Sayfalar

8 Kasım 2018 Perşembe

BAZEN AKLINA DÜŞER

Bu sabah uykudan neredeyse bir ömürlük bir hatırlama ile uyandım. Gözlerimi açtığımda ilk aklıma gelen yıllar yıllar önce, ben daha henüz portakal vitaminliğinden nisbeten çekirdeğine falan dönüştüğüm yıllarda dedemin, halamın ve amcamın yaşadığı ilçede tanıştığım (tanıştığım saçma bir laf aslında, cücük bir bebe idim, kim takar beni de özel olarak tanıştırır, milletin tanışmasına şahit olduğum daha doğru) iki barış gönüllüsü geldi. Benim kuşağımın Amerika ile ilk muhataplığı önce süttozu, sonra barış gönüllüleridir. Süttozu lafını telaffuz ederken bile midemin kalktığını hissediyorum. Sam amcamızın bize yolladığı süttozları okullarda sulandırılıp kaynatılır, galvaniz güğümlere doldurulur ve beslenme teneffüsü adı verilen uzun aralarda neredeyse boğazımızdan aşağı zorla dökülürdü. Böcek ilacı ile kireç karışımı bir kokuya sahip bu iğrenç sıvıyı cebren içmek için taşımak zorunda olduğumuz bir mütemmim cüzümüz, bir donanımımız vardı elbette: Süt torbası. Analarımızın dikiş makinesinde tıkır tıkır diktiği, dikemeyenlerin konu komşuya diktirttiği, desenli Sümerbank basmasından, ağzı kordonla büzülen bir kese. İçine kaynar kaynar konan kokar sıvıyı taşımak için bir adet bardak (plastik olanı makbul), bir adet peçete ve bir adet meyveden-ki portakal veya elma tercih, muz zinhar yassah, herkesin gücü muza yeter mi, can çeker sonra-müteşekkil teçhizatla yüklü bu torbaları çantalarımızın üstünde sallaya sallaya getirip götürdük 5 yıl boyunca. Sıkıysa getirme, Firdevs örtmenim kızıverir, küsüverirdi sonra. Ortaokula geçtiğime en çok süttozu zorunluluğu kalkacağı için sevinmiştim. Beş yıl boyunca her gün (pazar hariç, biz o zamanlar cumartesi de giderdik okula, Leylak teyzeniz arşivden çıkma) öğüre öğüre içtik bu nalet şeyi. Bazen tahammül edemez aldığım iki yudumdan sonra torbanın içine döküverirdim. Süt torbam emebildiği kadar sıvıyı emer, geri kalanı akarak siyah önlüğümün üstünde şık beyaz desenler oluştururdu, bu defa eve gidince annem açardı ağzını, yumardı gözünü. Kısacası bir kısır döngü idi yaşadığım, içmezsem Firdevs hanım kızar, dökersem annem kızar, oy oy oy, ne çile çekmişim be! Bizim kuşağın biraz saf, aşırı iyi niyetli, fazla umut dolu olması bu zoraki süttozlarından mı kaynaklı acep? Amarikalılar bizi şapşallaştırmış olabiler mi? Gayetle mimkin 😀

Barış gönüllülerine gelince; amaçlarının gelişmekte olan ülkelere teknik yardım ve kültürlerarası tanıtım, dayanışma olduğu söylenen bu barış gönüllüleri hakkında halk arasında muhtelif iddialar dolanırdı, misyoner oldukları, casus oldukları falan söylenirdi. Ne dereceye kadar doğru bilemem, komplo teorileri üretmekte üstümüze yoktur ama doğruluk payı da gayet mümkündür. İşte bunlardan iki adedi de dedemin ilçesine gelmişti, ilçenin tek lisesinde İngilizce derslerine falan girmekte idiler. Halamın eşi de aynı okulda İngilizce öğretmeni olduğu için gelip giderlerdi kah onlara, kah dedemlere. Dedemleri ziyarete gittiğimiz birkaç günlük bir tatilde denk gelmiştik ikisine de. Komik bir tesadüfle ünlü Walt Disney çizgi film ikilisinin isimlerini taşıyorlardı: Tom ve Ceri. Tom uzun boylu, atletik yapılı, oldukça yakışıklı, kumral bir genç adamdı, yüzü dün görmüşüm gibi hatırımda, giydiği blazer ceket ve gri pantolon da. Jerry ise balık etli, sarışın, sevimli bir kadındı. Çok da canayakındı. Annemin pek hoşuna gitmişti, "Sevimli ne demek?" diye sormuş, "pretty" denildiğini öğrenince de kadınla kurduğu yegane diyalog işaret parmağını ona yönelterek "pretty, pretty" demek olmuştu :) Hatta toplu bir fotoğrafımız bile var, önde bizler, aile fertleri dizilmiş, arkada ise uzun boyuyla Tom, hemen yanında da Ceri :) Üstümde annemin yüzlerce grannysquare karesi örerek yaptığı rengarenk örgü elbise, saçlarım iki yandan örgülü, kalın çerçeveli kelebek gözlüklerim gözümde kameraya bakıp sırıtıyorum. Fotoğrafa bakındım ama bulamadım, sanırım Ankara'daki albümlerde duruyor. Şimdi bunca yıl sonra, belki Tom da, Ceri de çoktan ölüp gitmişken benim bunları zihnimin hangi derin çukuruna yaptığım sondajla bulup çıkardığım ise ayrı bir tetkik konusu. Bu hafıza bazen beni çok yoruyor arkadaşlar. Bu da böyle bir yazı olsun, şuraya leylaklı bir Charlie ve Snoopy fotoğrafı bırakıp saçımı boyatmaya gideyim en iyisi...


5 yorum:

  1. Marcel Proust romanı gibi okudum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bu ne büyük bir iltifat Zihin kardeşim, pek onore oldum :)

      Sil
  2. Hafızadaki sayfalara hatırlamanın hangi ince çizgisinden ulaşıyoruz? Geçenlerde okuduğum "Mutluluk Beyinde Başlar" isimli gayet bilimsel çalışmalara dayanan güzel anlatımlı kitapta, bu konudaki sorularımın cevabını kısmen buldum sanıyordum. Gel gör ki, kişisel hikayelerimizin hangi biri nasıl nerede kayıtlı yine de bilemiyoruz.
    Haklısın, ömürlük hatırlama olmuş bu hikaye ve ne çok şey anlatıyor. :)

    YanıtlaSil
  3. Benim hatıralarımda, okulda dağıtılanları yememem tembihlendiğinden...halen aynı şeyi yapıyorum. Kızıma okul sütünü sakın içme diye tembihledim hep.

    YanıtlaSil
  4. Ne zaman barış elçileri bir bölgeye gitse bir süre sonra o bölge karışır. Geçmiş yıllarda ah o yardımlar, karşılığında neler aldılar acaba.

    YanıtlaSil