Sayfalar

9 Mart 2018 Cuma

HER TELDEN

Güya bu hafta her zamankinden daha çok post girmişim, girmişim girmesine de haftalık çelıncı unutmuşum. Ferminaanım kardeşimiz bile Romanya gezisinden dönüşte ayağının tozuyla yazdı da ben tıkılıp kaldığım evde unuttum, kendimi kınıyorum. Neyse sonuçta haftayı kuyruğundan yakaladım, yazarım cevabımı ama önce etkinlik takvimi gelsin :)

Bu aralar günboyu evdeyim, pencereden giren güneşle mayışmış kâh film-dizi izleyerek, kâh kitap okuyarak zamanı tüketiyorum. Ancak güneşi batırdıktan sonra evden çıkıyorum, o da sinema, tiyatro, bale vs için. Hatta iki gün önce kendime pek acıyarak "Yahu ben de eve kapandım kaldım" deyince kocam güldü, "Dün baleye giden bendim galiba" dedi. "Geceler sayılmaz" dedim, "onlar etkinlik, gezme değil". İnsan gün ışığı görmeli ayol, spot ışığı değil :) Neyse sözkonusu bale geçen yıl pek heves edip, biletini bile alıp, Ankara'ya gidiş tarihimiz öne alınınca iptal etmek zorunda kaldığım "Dört Mevsim" balesi idi. Vivaldi'nin eşsiz "Mevsimler" müziği eşliğinde bir renkli rüya izledik. Aslında iki bale vardı ardarda, ilki en az diğeri kadar güzel "Med-Cezir"di. Aşağıdaki fotoğrafları ANTDOB'un Facebook sayfasından aldım, öyle mest haldeydim ki selamda bile fotoğraf çekmek içimden gelmedi, kendimi o ana bıraktım. 




Baleden sonra eve döndüğümde gözlüğümün olmadığını farkettim. Gözlük çok önemli, miyop gözlüğüm, etkinlik gözlüğüm, en sevdiğim kırmızı çerçeveli gözlüğüm. Çantayı boşalt, yok. Kutusunu aç, bak, yok. Ceplerini karıştır yok. Birlikte gittiğin arkadaşları arayıp sor, yok. Odaya bile girmeden antrede öylece kaldım. Dedim ya gözlük önemli, cüzdan çaldırmış kadar oldum yani. Muhtelif senaryolar ürettim, fuayede düşürdüm, selfie çekeceğim diye gişenin önüne koyup orada unuttum, yolda düştü, biri üstüne bastı kırıldı. Yenisini almak dert, doktora gideceksin de, reçete yazdıracaksın da, üstelik yazılan reçete hiçbir zaman gözüne uymayacak, optikçiyle didişeceksin de, öffff! O sinirle üstümü değişmeye gittim. O gün ilk kez bir yıldır dolapta bekleyen bir elbise giymiştim, beli sıkı, eteği evaze, önden düğmeli bir şey. Düğmeleri çözmek için elimi belime atınca bir kabarıklık geldi, o ne? Sürpriz! Gözlük orada, hahaha :) Sanırım gösteri sonrası gözümden çıkarıp yakama takmışım, o da kayıp içeri düşmüş. Allahtan elbisenin beli sıkı imiş yere inmemiş, orada takılıp kalmış. Eşeğini kaybedip yeniden bulan Nasreddin Hoca'ya döndüm, bende bir sevinç :) Öptüm, sevdim, "bir daha bana böyle numaralar yapma" diyerek Klimt desenli kutusuna kaldırdım kıymetlimi :)

Ve efendim nihayet dün kendimi günışığında sokaklara attım. Öyle uzun zamandır balkonla ve ev civarı sokaklar ile sınırlı kalmışım ki çiçek açmış ağaçları görünce "Anaa, bunlar ne ara açmış" diye aptallaştım. Arkadaşım güldü, "Bademler yapraklandı bile" dedi. Cevriye'ye sövdüm Kadınlar Günü falan demeden, olmaz olsun öyle ağrılı kadın, yapıştı dizime, engel oldu park, bahçe gezilerime hain şey. Ben daha tomurcukken farkederdim çiçek açacak bademleri. Neyse geç olsun, güç olmasın. İlk iş sergi gezdim. Antalya Kültür Sanat'ta bir süredir açık olan ve gitmek için fırsat kolladığım, Türkiye'nin bu alanda ilk akademik eğitim almış kadın fotoğraf sanatçısı Yıldız Moran'ın "Zamansız Fotoğraflar" isimli retrospektif sergisini. Kültür merkezi bize kıyak yapmış ve 8 Mart Kadınlar Günü nedeniyle kadın ziyaretçilere ücretsiz gezme imkanı sağlamıştı, sağolsun. Aşağıda sergiden birkaç kare:






1950'li yıllarda çekilmiş fotoğraflar ne kadar harika değil mi? Yıldız Moran'ın şair Özdemir Asaf'ın eşi olduğunu da biler bilir. 

Sergiden sonra arkadaşımla kendi kutlamamızı kendimiz yapalım dedik ve güzel, güneşli havadan istifade yakınlardaki yeni açılan bir parka yöneldik. Denize karşı oturup yemek yedik. Kadınlar Günü'nde yenen şeylerin kalorisi olmadığı için diyeti bir seferlik bozdum :) Ben diyeti bozdum diye hava da bozdu, birden gökyüzü karardı, güneş kaçıp kayboldu, deniz coştu, birkaç yağmur damlası düştü. "Amanın ne oluyoruz?" demeye kalmadan güneş "Şaka yaptım" diyerek geri geldi, yağmur bitti, deniz sakinleşti.

Fotoğraftan anlaşılmayacak kadar güzeldi denizin görüntüsü, bu şehri sevmemek mümkün değil. Kahvelerimizi de içip kalktık, çiçekli, havuzlu yerlerden geçtik, Antalya'ya bahar resmen gelmiş anladık, sakura bile gördük Allah sizi inandırsın :)


Baleydi, sergiydi, parktı, çarktı derken sıra geldi çelınca, kaçış yok. Bu haftanın sorusu: "Dünyaya bakış açınız nedir, nasıl görüyorsunuz?"

Zor soru, çalışmadığım yerden geldi. Daha doğrusu müfredat değişti, konular eskidi ve ben yeni konulara hala adapte olamadım. Bir yanım 18 yaşımın idealistliğiyle hala umutlu, bir yanımsa "Geç bunları, anam babam geç bunları" şarkısını söylüyor. Benim gençliğim 68 kuşağının meşalesini devralmış bir kuşaktı; umutlu, vicdanlı, iyi niyetli, bilinçli, ahlaklı. Hep birlikte bu hasletlerimizin cezasını çektik. Dünyaya bakışımız değişti, içimizde bir yerlerde hala saklı kalmış bir umut, bir ideal, bir insancıl taraf hep var, o naifliği atamıyoruz üstümüzden ama hayat silindir gibi, ezip geçiyor. Artık olduğu gibi kabullenmeyi öğrendim, değiştiremiyorsun. Ne kadar çabalasan da olmuyor, senin çabanla olmuyor, en az senin kadar istekli, hevesli başkalarının da olması gerekiyor ki yok, var dediklerin bile yok. Lafta pek çok, uygulamada yok. Keşke bıraksak dünyayı kendi bildiği gibi dönse, şu halimizden daha mutlu olurduk Taş devrinde kalsaydık belki. Ay haydi bu kadar yeter, kendimi de sıktım, sizi de. Vicdanımızı yitirmeyelim önemli olan bu...

2 yorum:

  1. Hem sergi fotoğrafları hem de senin fotoğrafların çok güzel. Bahar açan çiçekler fotoğraflara da yansıyor enerji veriyor insana 😊.
    Demek kadınlar gününde yenen şeylerin kalırisi yok, hahaha. İyi oldu öğrendiğim 😂

    YanıtlaSil
  2. Özellikle kar fotoğrafına bayıldım.
    Sanki arka plan yağlıboya gibi, çok güzel

    Sanırım her jenerasyonla birlikte bireysellik bir tık artıyor. Artık kuşak farkları o kadar belirgin ki! Her yıl bebekler daha zor, daha mücadeleci bir dünyaya açıyorlar gözlerini maalesef.

    YanıtlaSil