Sayfalar

26 Şubat 2018 Pazartesi

HAFTA SONU, OPERA, SİNEMA, ÇELINÇ, ANI VS VS

Geçtiğimiz hafta farklı hava ve farklı ruh durumları yaşayarak geçti. Yağmur yağdıkça efkar bastı, güneş çıktıkça iyimser olmaya çalıştım, öksürdüm, tıksırdım, sırtım, dizim ağrıdı, kış mevsimine söylendim, Antalya'da yaşayıp daha açmış tek bir bahar dalı göremediğime esef ettim, saçımı boyattım, geçirdiğim ayak parmağı koterizasyonundan sonra korka korka pediküre gittim, iki kitap okuyup bitirdim, birsürü film izledim, gitmeye niyetlendiğim hatta gittiğim konser haberimiz olmadan iptal edildiği için kapıdan döndüm, üstüne bir bardak su yerine kahve içtim, böyle böyle hafta sonunu buldum. Cumartesi günü gayet güzel ve güneşli bir sabaha gözlerimi açtım. Öğleden sonra Opera Sahnesi'nde "Don Pasquale" operasının matinesine biletim vardı. "Don Pasquale" Gaetano Donizetti'nin bestelediği bir opera-komik. Gaetano adlı İtalyan kardeşimiz şu bizim meşhur, Osmanlı'da ilk bando olan "Mızıka-i Hümayun"u kuran ve geliştiren, bizleri Batı müziğiyle tanıştıran, bu hizmetlerden dolayı kendisine paşalık ünvanı verilen Guiseppe Donizetti Paşa'nın biraderi olurmuş. Analar ne marifetli yavrular doğuruyor. İşte biraderlerden Osmanlı'ya bulaşmamış olanın operasını bizin ANTDOB sahneye koymuş, bize de keyifle izlemek düşmüş. Tüm opera-komikler gibi sabun köpüğü bilindik bir konu ama müzikler, dekorlar, kostümler harika idi, hayli uzun olmasına rağmen keyifle izledik. Aşağıdaki  fotoğraflar ANTDOB'un sitesinden:







Pazar günü bir türlü uykuya geçemediğim gecenin sersemliğiyle akşamı bulup, akşam sinemaya gitmeye karar verdik, Oscar adayı filmlerden "I, Tonya"yı izlemeye. "En İyi Film" adaylığı dışında, "En İyi Kadın Oyuncu" ve "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" dallarında da adaylıkları var filmin.


Margot Robbie'nin öncesinde epey emek verilmiş olduğu belli oyunculuğuna diyecek lafım yok. Üçlü axel gibi zor hareketlerde dublör kullanılmış olmasına rağmen buz pateni sahnelerinde de, diğer sahnelerde de oldukça başarılıydı.  Dediğim dedik, otoriter annesi rolünde  Allison Janney de fena değildi. Bu yıl yardımcı kadın oyuncu adaylıkları sanki mecburiyetten gösterilmiş gibi geldi biraz ama tabii ki otorite değilim bilemem. Film fena değildi, biraz belgesel havasında olsa da özellikle buz pateni sahneleri ilgi çekiciydi. Oscar adayı filmler genelde gerçek olaylardan uyarlanmış, 2018'in konsepti de bu olsa gerek. 

Hafta sonumun özetini verdikten sonra 52 haftalık çelıncımızın 9. haftasının sorusuna geçelim. Bir çocukluk anımızı anlatmamızı istiyor bu kez. Benim çocukluk anılarımın çoğunu biliyorsunuz zaten, kitabımı okuyanlar daha da çoğunu biliyor, o yüzden ne anlatsam diye bir süre düşündüm ve şu geldi aklıma:

5-6 yaşında olmalıyım, çok net hatırlayamıyorum şimdi. Annem ve babamla birlikte halamın hükümet tabibi olarak görev yaptığı Trilye'ye gittik bir yaz. Bu benim hafızamda net olarak yer etmiş denizi ve halamı ilk görüşümdü diyebilirim. Öncesi varsa da hatırlamıyorum. Mudanya'da aktarma yaptığımızda birdenbire karşıma çıkan kocaman lacivert su bugün gibi aklımda. Sonra Trilye'ye geçtik. Doktor olan halam ve onunla birlikte kalan en küçük halam tarafından coşkuyla karşılandık. Trilye'nin ahşap evlerinin o günden bugüne hiç değişmediğini 3 yıl önce kızkardeşle yaptığımız Trilye gezisinde şaşkınlıkla farkedecektim. Halamın evini elimle koymuş gibi buldum. Kızkardeş inanmadı, hemen oradaki bakkalı çalıştıran kadına sordum, anında hatırladı halamı ve benim tesbit ettiğim evi doğruladı, fotoğrafı aşağıda:


Trilye'ye giden hemen herkesin fotoğrafladığı bu köşe bina değil tabii ama arkada iki yönlü görünen yeşile boyalı ev halamın oturduğu ev idi. Sağ köşede kadın bu konuda açıklama yapıyor bana :) Kendisi o eve halam gittikten sonra yeni gelin olarak girmiş, halamı adıyla, sanıyla, tipiyle hatırladı zaten. Ev şurada daha belirgin:


Bir yönü bu dar sokağa, diğer yönü ise meydanlığa bakıyordu. Tabii o zaman bu kadar bakımlı olmayabilir, neyse geldik, bu eve yerleştik birkaç günlüğüne. İçe kapanık, utangaç bir çocuktum o zamanlar. Her şeyi, şehri, evi, yeni ayırdına vardığım halalarımı yadırgıyorum, annemin koltuğunun altından çıkmıyorum. Bir de küçük bebeğim var yanımdan ayırmadığım. Halam benimle yakınlık kurmak istiyor ama diyorum ya utangacım, aslında istediğim halde yanaşamıyorum, lakin kimse beni anlamıyor, uzaklığımı yabaniliğime, soğukluğuma, inatçılığıma veriyorlar, oysa ben utanıyorum. Halam kendince bir yol buldu. Bebeğime giysi örmeye başladı ve dedi ki, "Bunları örüp bitirince halacığım diye boynuma sarılırsan vereceğim, yoksa vermem". Halam doktor, akşama kadar muayenehanede hasta kabul ediyor ama becerikli. İki akşamda benim bebeğe ağzımın sularını akıtacak kadar güzel bir pantolon ve ceket ördü. Rengini bile unutmuyorum, sütlü kahve, paça ve kol kenarları sarı çizgili. Ördüklerini kenara koydu ve "Haydi bakalım, halacığım diye sarıl vereceğim" dedi. Off nasıl içim gidiyor ama bir şey beni tutuyor, müthiş utanıyor ve çekiniyor bir türlü sarılamıyorum. Oysa birkaç yıl sonra halam Ankara'ya ihtisasa gelecek ve ben onun eteğinin dibinde ayrılmaz elemanı olacağım fakat henüz ısınma turları bile başlamadı. Hasılı ben sarılamadım, halam da inat etti ördüklerini vermedi bana. Aklım örgüde iyice kapandım içime. Sonra bir gün küçük halam ve arkadaşları beni alıp plaja götürdüler, küçük hala o zaman ortaokulda. Şu aşağıdaki plaja gittik, mevsim yaz zaten:


Plajı sevdim, kum-çakıl oynamaya başladım. Dalmışım. Birdenbire kendimi havada buldum, halam ve arkadaşları kollarımdan bacaklarımdan tutmuş beni karga tulumba denize doğru götürmekteydiler. Neye uğradığımı anlamadan suya batırıp çıkarmaya başladılar. Ben çığlık çığlığa bağırdıkça onlar kahkaha atmaktaydılar. Ağzıma burnuma dolan sularla boğulacak duruma gelmiş, korkudan delirmek üzereyken çıkardılar beni sudan. Aslında biraz ergenlik ruhu, biraz beni suya alıştırma niyetiyle düşüncesizce bir iş yapmışlardı. O kadar korktum ki, o korku bende travma olarak kaldı. Şu yaşıma geldi, yıllardır içinden denize gayet rahat girilebilen bir şehirde oturuyorum, daha öncesinde her yıl deniz tatili yapan bir aileydik ama yüzme bilmiyorum, daha doğrusu öğrenemiyorum. Su göğüs hizamı geçtiği anda Trilye sularında yaşadığım boğulma hissi çıkıp geliyor ve panikle kendimi dışarı atıyorum. Halam çoktan unutmuştur bunu, çünkü diyorum ya sessiz ve içine kapanıktım, mızmızlanıp şikayetlenmediğime eminim, gelip geçici bir korku olarak düşünmüşlerdir. Sonuçta eve dönüş zamanı geldi, ben yine utanıp kimseye sarılamadan döndük. Bebeğime örülen pantolon-ceket aklımda, deniz korkusu belleğimde geldik eve. Annem valizi açtığında beni bir sürpriz bekliyordu, valizdeki eşyaların en üstünde bebeğime örülmüş ceket ve pantolon duruyordu. Halam kıyamamış bana çaktırmadan anneme vermişti.

Kızkardeşle Trilye'de gezerken beni kolumdan tutup bu plaja getirdi, "Belki" dedi, "aksi etki yapar, yaşadıklarını unutur, denize girme korkunu yenersin". Olmadı tabii öyle bir şey, bol bol güldük sadece :)

Evet efendim, bugünlükte bu kadar, güzel anılarınız çok olsun...

9 yorum:

  1. Ne tatlı anlatmışsınız, Trilye'ye gittim de olan bitene şahit oldum gibi hissettim :) Çocukluk başka bi dünya, o dünyaya inip oradan ulaşabilmeli çocuklara ama maalesef olmuyor her zaman. Keşke korkutmasalarmış sizi o kadar...
    Sevgiler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler güzel sözlerinize. Gerçekten, keşke korkutmasalarmış beni :9
      Benden de sevgiler...

      Sil
  2. Aynı hastalıklı hâl bende de var. Bir hafta boyunca ağrıyan boğazıma yüz vermedim. Gargaraydı, sıcak bir şey içeyim geçer falanlarla oyalandım durdum. Nihayetinde baktım olmayacak, aldım antibiyotiği. Şimdi de ağzımın tadı yok tabii. Vücudum desen, bir şey diyor bana ama pek duymamaya çalışıyorum. Ama böyle desem de tüm hafta sonunu bir koltuktan diğer koltuğa kaykılarak geçirdim. Selçuk'la birbirimizi özlemece oynuyoruz. Adam her çarşamba-pazar arası Slav halklarının yaşadığı bir ülkede. :)
    Anılar bitmez sende. Hikaye gibi anlatmayı da iyi becerince ne güzel dinleniyor anlattıkların.
    Çok ama çok öperim seni. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla ben de öksürmekten bıktım ama antibiyotik için hala kararsızım. Şu kış bitsin artık, soğuk olmasa da nem bitiriyor beni. Son Şövalye niye bu kadar çok Slav ellerinde, ne yapsın adam ekmek parasıdır zahir :)
      Ben de öperim valla ve de gerçekten çok özledim senin bıcır bıcır konuşmanı, sohbetini.

      Sil
  3. Margot Robbie'yi yere göğe koyamıyor eleştirmenler.
    Oscar şansı var mı bilmem ama ben ödülü Frances McDormand'a verdim bile :p

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle aynı fikirdeyim, Margot'un da hakkını yemeyeyim ama benim ödülüm de Frances Mc Dormand'a. Ayrıca Three Bilboard da favori filmim, Beden ve Ruh'la birlikte.

      Sil
  4. Ev ne güzel bir ev.
    O evdeki çocukluk anısı tabi ki güzel olacak :)

    YanıtlaSil
  5. Ay ne halalarmış :)İkisi de ayrı alem...Çocukları birdenbire suya sokma olayı maalesef hemen hemen her türk ailesinde var :(

    YanıtlaSil
  6. Ne güzel bir çocukluk anısıydı halayla yaşadıklarınız. Yer de Trilye o sıcak keyifli güzel yer, hep bana her gidişimde "İşte burası yaşamak istediğim yer. " diye düşündüren. Sağlıkla mutlulukla kalın

    YanıtlaSil