Sayfalar

2 Aralık 2017 Cumartesi

HAFTA SONU SANATI



Şuradaydım dün akşam, Antalya Piyano Festivali kapsamında kapanış konseri solistleri Güher ve Süher Pekinel'i dinledik. Sanırım ünü dünyayı tutmuş Türk kadın virtüözler arasında  dinlemediğim bu iki kardeş kalmıştı. Maşallah yaşlarına göre gayet formdalar ve piyano konusundaki ustalıklarına da tek laf etmek benim haddime düşmez, Sezar'ın hakkı Sezar'a, çalarken parmaklarını takip etmek bile mümkün değil. Ancak büyük beklentilerle gittiğimiz ve iyi para ödediğimiz-haydi bu yıl fiyatlar biraz düşmüş diyelim ama yıllar önce Aziza Mustafazadeh için ödediğim para memur cüzdanımı epey yakmıştı-konserin ilk bölümünün yarısında iş bitti. F. Poulenc'in 2 piyano için konçertosunu dinledik, gayet de güzeldi ama başlıbaşına tüm konseri kapsayacak bir piyano konçertosu yok mudur, eser seçimi ona göre yapılsa keşke, özellikle bu tarz festivallerde. Tadı damağımızda kaldı, neyse ki ilk bis sırasında biraz daha çaldılar da hevesimizi aldık. Sonraki bisler sadece selamdan ibaretti. Konserin son bölümünde Brahms'ın 2 No'lu Senfonisi Pekinel kardeşler olmadan Antalya Filarmoni Orkestrası tarafından seslendirildi. Çıkışta CD imzalatma kuyruğu vardı ama dahil olmadık. Geçen konserde Gürer Aykal'ın sadece arkadan beyaz ama gür saçlarla kaplı başını görmüştüm ön sırada otururken bu kez fuayede rastladım, oldukça yaşlanmış. Sanki boyu bile kısalmış, biraz buruldum mu ne? Bir orkestraya onun kadar yakışan, onun kadar estetik bir şef düşünemiyorum. İster yakınım olsun, ister uzaktan hayatıma dahil ettiğim, böyle insanların yaşlanıyor olabileceği gerçeğini kabullenemiyorum, bu yüzden de aynaya bakmıyorum...dermişim 😀

Konser adabı bir türlü oturmadı bu şehirde, yine giren çıkan belirsizdi dinleti boyunca. Cep telefonları ateş böceği gibi ışıttılar ortalığı. Konser esnasında çekim ve kayıt yapılmaması tembih edildiği halde dinleyen çıkmadı. Önümüzdeki sırada oturan bir grup yabancıdan yaşlıca bir kadın etrafı kokuya boyayarak mandalina yedi, bir Allahın kulu görevli de kimseye uyarıda bulunmadı. Geçen sezon Belediye Tiyatrosu'nda oyun arasında kadıncağızın biri diabetinden dolayı şekeri düşünce ağzına bir hurma atmıştı da sınıf mümessili kılıklı görevli kız gelip "salonda bir şey yemek yasaktır" diye sert bir dille uyarmıştı. 

Bugün yine başka bir salonda, bu defa bale izlemeye gittim, hem de üçüncü kez, ee adettendir aralık ayında, yeni yıl öncesi mutlaka "Fındıkkıran" izlenir:


Üçüncü kez (hatta Ankara'da izlediğim modern dans uyarlamasını sayarsak dört) izlememe rağmen aldığım keyif hiç azalmamıştı, şahane bir rüya görüyormuş gibi geçti iki saat. Ama yine cep telefonları faaliyetteydi. Sahnede oldukça kalabalık bir çocuk dansçı grubu yer alınca salonda da çocuk sayısı fazlaydı ve haliyle kıpırdanıp durdular, özellikle arkamda oturanı sürekli koltuğumu tekmeledi. Sıkılmış olacak ki eline cips paketi tutuşturuldu, hışırtılar, tıkırtılar içinde kendimi sabretmeye zorlayarak izledim. Her şeye rağmen operamızın dansçılarını tek geçerim. 

Sanatla geçen iki parlak günün ardından yarın pek hoş bir etkinliğim daha var: EV TEMİZLİĞİ. Bu akşam yatıp yarın akşam temizlikçi gittikten sonra uyansam ne hoş olur. Haydi bakalım ev temizleyenleriniz çok olsun 😀

1 yorum:

  1. Ay bu Fındıkkıran'ı ilk izlediğimde "ee kim kırdığı şimdi fındığı" diye diye yanımdakileri baleden soğutmuştum. :)) öyle de sulu biriyim, bazen...

    YanıtlaSil