Sayfalar

10 Mayıs 2017 Çarşamba

"ŞU SİLLE'DEN GECE GEÇTİM, GÖRMEDİM"* (BİZ GÜNDÜZ GEÇTİK, GÖRDÜK )

Çok küçük yaşlarımdan beri Konya'ya gider gelirim, görülmesi gereken yerlerini defalarca gördüm ama son yıllarda bir Sille'dir gidiyordu. Ulaşımı konusunda net bir bilgimiz olmadığı için iki yıl önceki gidişimizde niyet etsek de girişimde bulunmamıştık. Sonunda bu yıl karar verdik, daha Ankara'ya gelmeden kızkardeşle planlarını yaptık ve dün sabah Sille'ye gitmek üzere Konya yüksek hızlı treninde yerimizi aldık. YHT'lerden-özellikle Ankara çıkışlı olunca-pek memnunuz, şehir içi gezer gibi Eskişehir, Konya, İstanbul, Bursa yaptık kaç kere. Bu seferki tren yeni imiş, zaten yeni YHT garından hareket etti, alıştığımız sıcak, sarmalayıcı, kunt istasyon binalarının aksine uzay üssü gibi, neon ışıklı, metal ve camdan oluşmuş bir balona benzeyen, pırıldak, kocaman, soğuk bir mekan, modernlik bazen sıkıcı olabiliyor. Ön taraftaki Ankara taşından yapılmış babayanî eski garımızı tercih ederdim ama fikrimi soran olmadı tabii ki :)

Sabah 08.25'de bindiğimiz tren 5-10 dakikalık rötarla 10.30'da Konya YHT garına ulaştı. Şehri görmek amacıyla vasıta kullanmadık ve yürüyerek bizi Sille'ye götürecek otobüsün kalkacağı Alaattin durağına ulaştık. Alaattin Tepesi'nin arka tarafındaki duraktan yarım saat arayla Sille'ye giden 64 numaralı belediye otobüsleri kalkıyor. Sille'ye ulaşmak da yarım saat alıyor. Durağın arkasındaki büfeden toplu taşım kartı almak mümkün. 

6000 yıllık bir geçmişi olduğu söylenen Sille çok büyük bir Rum yerleşimi imiş, zaten dokusu da Konya'dan çok farklı, ancak mübadele sonrası Rumlar gidince hem nüfus azalmış, hem küçülmüş. Eskiden belde iken şimdi Konya'ya bağlı bir mahalle olarak geçiyor. Otobüsten indiğimizde vakit öğleyi bulmuş ve acıkmıştık, haliyle öncelikle bir şeyler yiyip karnımız tok olarak rahatça gezelim istedik. Etrafa bakınarak yemek yiyecek bir mekan arandık, internette yaptığım araştırmada methini duyduğum Teras Cafe'ye ait tabeladaki oku takiben yürümeye başladık, lakin daldığımız ara sokaklarda sözkonusu cafeyi bulamadık, yani giriş var, gelişme ve sonuç yoktu. Geri dönüp meydana indik, renkli sandalyeleri ve örtüleriyle köy kahvesi havasındaki yere girmeyi planladık ama in cin top oynuyordu. Hemen yanındaki daha büyük mekana girmemizle çıkmamız bir oldu, düğün salonundan halliceydi zira ortam. Bir sürü cafe-lokanta tabelası görüp de yemek yiyecek bir yer bulamamak ilginçti doğrusu. Azmettik, tekrar ara sokaklara vurduk kendimizi ve üzerinde "Aliye Teyze Konağı" yazan hoş görünümlü, görkemli bir konağa girdik. İçeride küçük bir oğlan çocuğu oturuyordu, "Yemek yiyebilir miyiz?" dedik, "Yokarda" dedi. Daracık tahta merdivenlere adım attığımızda az daha kafamıza taş düşüyordu. Meğer tadilat varmış yokarda. Ufaklık daha biz ağzımızı açamadan fırladı yukarıya koşturdu ve "İnşaatı durdurdum, çıkın" dedi. Toz toprak arasından çıktık, pencere kenarında bir masaya oturduk. Karşılıklı duvar halıları vardı, biz geyikli olanı tercih ettik 😀 Sonra mekanın sahibi olduğunu düşündüğümüz bir adam geldi: "Ne yiyorsunuz?" dedi. "Her zamankinden" dememek için kendimizi zor tutarak "Ne yiyebiliriz?" dedik. "Menü vereyim" dedi, getirdi 2 menü attı önümüze ve inşaatına geri döndü. 15 dakika süreyle incelediğimiz menüyü ezberledik ama ne gelen oldu ne giden bir daha. Duvardaki geyiklere "eyvallah" çekip ayrıldık Aliye teyzenin konağından. Arkamızdan "Nereye gidiyorsunuz, daha karpuz keseceğidik" diyen bile çıkmadı, herkes inşaatıyla fena halde meşguldu. Çaresiz tekrar sokakları dolaşmaya başladık, bu kez meydandaki cafelerden birinde gördüğümüz masaya çöktük, açız kardeşim, hemi de yorgun. Bir kızcağız geldi ama pek gönülsüz. Daha önceki tecrübelerimizden kasabanın menüsünün gözleme-onlar sac böreği diyor-ve kahvaltı ağırlıklı olduğunu tesbit ettiğimiz için gözleme istedik. "Haftada üç kere yapıyoruz, bugün yok" dedi. "Hay bin kunduz" deyip oradan da kalktık. Az ilerde daha havalı görünümlü, terasında birilerinin bir şeyler yediği bir mekan gördük. Garson kılıklı biri teras parmaklıklarının kenarında dikiliyordu, merdiven çıkmamak için bir kez daha "Ne yiyebiliriz?" diye sorduk, "Menü vereyim" cevabı aldık bir kez daha. Anladık ki buranın en meşhur yemeği "Menü". Biraz deşeleyince gözleme olmadığını, sulu yemek yiyebileceğimizi öğrendik ve yola devam ettik. Bütün bunlar şu alanda gerçekleşti:


İleride yamaçta, bir önceki garsonun parmağıyla işaret ettiği, "orda her bişey" vardır dediği yere çevirdik yönümüzü. Önce şunları gördük ama:


Kış soğuğuna karşı yün giysiler giydirilmiş bir bisiklet, bisikletin konuşlandığı kör bir çeşme, yine yün giyimli bir bank, saksılarda solmaya yüz tutmuş laleler, ve çeşmenin karşısında yer alan, ön kaputunun üstüne granny square motifli kirden kararmış bir battaniye örtülmüş Volkswagen kaplumbağa otomobil. Restorana giden yolun üzerindeki tak da farklı renklerde yün örgülerle bezenmişti. Takın altından geçtik, lokantaya vardık, bir kaç seslenmeden sonra esneyerek uykulu bir adam göründü ve gözleme yapmak üzere ablasını çağırmaya gitti. Abla gelmeden biz caydık ve az önce önünden geçtiğimiz ve vitrininde "Taze Sille kurabiyesi" yazan çayevine gidip bari çay ve kurabiyeyle nefis körletelim dedik. İşte burası:


İçeri girince vitrinli dolapta börek gördük, çay ve börek istedik, yanına tadımlık kurabiye de geldi. Börek galiba dipfrizden çıkmış ve iyi ısıtılmadığı için soğuktu, Sille kurabiyesi de bildiğimiz un kurabiyesinin biraz uzun boylusuydu. En azından mekan sahibi güleryüzlü ve ilgiliydi, ona razı olduk. 

Ölmeyecek kadar yedikten sonra etrafı teftişe çıktık. Yığma taştan ve ahşaptan eski evler ilginçti, muhtemelen Rumlardan kalma idi. Kasabanın ortasından bir çay akıyordu, eskiden taşıp su baskınlarına yol açıyormuş, baraj yapımıyla engellendiğini söylediler. Ve tam ortasında Mostar Köprüsü'nün minyatürüne benzeyen güzel, eski bir taş köprü vardı.





Ve her yerde leylak bulurum:


Yamaçlar mağara şeklinde Frig yerleşim yerleri ve kaya mezarları vardı ama çıkmak epeyce bir efor gerektireceğinden uzaktan bakmakla yetindik:


Okul gezisine katılmış bir grup çocuğun ardına takılarak Aya Elenia Kilisesi'ne yönlendik. Kasabanın en kalabalık yeri burasıydı sanırsam; çocuklar, çoğu çarşaflı kadınlar, müze önündeki çay bahçesine konuşlanmış adamlar, mezuniyet fotoğrafı için poz veren kepli ve cüppeli genç kızlar, bağırış çağırış, hengame arasında girdik kilise alanına:


Kilise M.S. 327 yılında Bizans İmparatoru Konstantin'in annesi Elenia (Helena) tarafından yaptırılmış. Yakın zaman restore edilmiş, dıştan iyi ama iç kısımdaki restorasyon felaket. Freskler ilkokul çocuğunun elinden çıkmış gibi yenilenmiş, pek fenaydı.




Kiliseyi gezdikten sonra tepedeki şapele doğru tırmanmaya başladık. Yolun sol tarafı Osmanlı döneminden kalma bir mezarlık:



Tepede görünen cami Karataş Camii, tırmanmak sıkıntılı olduğu için sadece teravih namazları için açıldığını duyduk. 


Hayli dik yokuşu tırmanarak tepedeki şapele ulaştık. Zorlu bir restorasyondan geçmiş, görevlinin anlattığına göre harabe halindeymiş, epey emek verilmiş ve şimdi "Zaman Müzesi" olarak hizmete girmiş. İçinde birkaçı gerçekten eski, diğerleri ise ya yeniden yapılmış ya da yeni zamanlara ait saatler sergileniyor.


Bu fotoğrafta şapelin olduğu tepeden Sille'nin kilise ve mağaralara bakan bölümü kuşbakışı görünmekte:


Hayli yorulduk, dönüş vakti de geldi, ağır ağır bizi Konya'ya götürecek otobüsün durağına ilerlerken yolun sağ yanında gördüklerimiz kilisenin fresklerinin restorasyonunun saksıları ve duvarları boyayan kişilere yaptırıldığını düşündürtünce epey güldük.


Durağa varmadan önce restore edilmiş ve seramik atölyesi olarak kullanılan hamamı ziyaret edip ve birkaç anı objesi satın aldık:


Çok geçmeden otobüs geldir, Sille'ye ve bizi neredeyse aç bırakan, geçen yıl Yunanistan'da siestaya yatmış, yatmayanı da müşteriyi ilgisiz gözlerle, zoraki karşılayan Yunan esnafını kınamamızın cezası olarak karşımıza çıktığını düşündüğümüz esnafına veda ettik. Yine de biraz daha bakımla daha güzel olabilecek ve konukları daha iyi karşılayabilecek bir Sille ümidi taşımaktayız. Pişman değiliz. 

Konya'ya vardığımızda tren saatimize daha var ama gezmeyi düşündüğümüz Japon bahçesine gidip dönecek kadar değil. Gezilecek diğer tüm mekanları da defalarca gördüğümüz için Alaattin Tepesi'ne çıkıp çay içmeye niyet ettik ve mini bir Emirgan sayılacak lale tarhlarıyla karşılaştık. Gözümüz gönlümüz açıldı:






Tarhların çoğu fotoğraf çektirmek için yangelenlerin ağırlığıyla ezilmiş, buna rağmen güzeller. Birkaç fotoğraf da biz çektirip-yangelmeden-çayımızı içip istasyona doğru yola düştük. Yeni gezilerde görüşmek üzere...

*"Şu Sille'den Gece Geçtim Görmedim Annem": Konya türküsü

14 yorum:

  1. :)))) epeyi güldüm okurken. ben açlığa dayanamayan biri olduğumdan.. bakkal da mı yoktu ekmek peynir vs alacak...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla en sonunda onu yapacaktık ama bakkal bile yerinde değildi baktığımızda :)

      Sil
  2. Güzel bir gezi olmuş.Benim de gidesim geldi.:)

    YanıtlaSil
  3. Aç acına olunca keyfi pek çıkmasa da gezmek ne güzel şey.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet evet katılıyorum, aç ya da tok gezmek güzel :)

      Sil
  4. Hahaha :) Bu anlattıklarından sonra Sille'ye gideceksek yanımıza azık alırız herhalde. :)
    Bir de aklıma şu İspanya'daki kilisede İsa heykelini boyayan 80 yaşındaki kadın geldi. Anımsadın mı sen onu?

    http://www.milliyet.com.tr/amator-isa-ya-profesyonel-ilgi/gundem/detay/1750037/default.htm
    Öperim seni çook.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hah işte tam böyle olmuş, ağzı yüzü birbirine karışmış azizlerin :)
      Valla bence de azıksız gitmeyin, Funda'nın şekeri düştü düşecek oldu :) Nereye girsek boş döndük :) Adamlar sanırsın dünyanın en zengini minnet yok müşteriye :)
      Ben de öperim seni çok...

      Sil
  5. Ayağınıza sağlık,bir kere yemek yedim,diğerinde tandır ekmeği yapan bir yerde kahvaltı etmiştim,buraların insanları biraz yoz olur��ama o kiliseyi bildiğin yeni inşa ettiler,eski hali ile alakası yok��

    YanıtlaSil
  6. Hamamın içine girip fotoğraf çekmemişsiniz ama :) bir orası eksik kalmış.Biz fotoğrafçı tayfası olarak hamamın içinde semazen çekimi yapmaktan Sille'yi doğru düzgün gezemedik.

    YanıtlaSil
  7. Her ihtimale karşı tost falan almak mı gerekirdi yanınıza.

    YanıtlaSil
  8. Çok keyifle okudum valla siz aç kalmışsınız biz doyduk Sille'ye Öğretmenim...

    YanıtlaSil
  9. Ben dönüşte de yemek yeri arayıp güzel bir yer bulacaksınız diye tahmin etmiştim ama olmamış. Ben de merak ediyorum bu Sille köyünü...

    YanıtlaSil
  10. Ayaklarınıza ve kaleminize sağlık.
    Taş evler ilgi çekici, kilisenin restorasyonu felaket :(
    Maalesef bizim ülkede restorasyonu şarlatan işi gibi görüyorlar. Dediğiniz gibi çocuk elinden çıkma freskler ve çoğu yerde çamaşır suyuna batırılmışçasına beyazlatılmış taşlar yapının orijinalliğine de leke sürüyor. İstanbul'da yenilenen pek çok sur, çeşme, camii, Aspendos Tiyatrosu ve daha niceleri, gezerken içimizi acıtan restorasyon zayiatları...

    YanıtlaSil