Sayfalar

29 Ocak 2017 Pazar

PAZAR ÇELINCI 13

Güneşli ve gürültülü bir Pazar sabahından günaydın. Gürültünün çaresi yok, güneşse sevindirici, iki gündür Antalya'ya yakışmayacak soğuk vardı burada. Şimdi diyeceksiniz ki Ankara, İstanbul, Erzurum, Kars neylesin. Valla onlara da yazık tabii ki ama herkes kendi yaşadığı yere alışıyor, vücut ona uygun tepki veriyor. Düzgün ısıtma sistemi ancak yeni yapılan evlerde mevcut olan bu şehirde elektrik sobası ve klimanın himmetine muhtaç tek odalarda yaşamaya mahkumuz, ikide bir düşen voltajı ve soğuğa eklenmiş nemi de hesaba katarsak Akdenizli bir şehrin kışın ne kadar üşütebileceğini tahmin bile edemezsiniz, kazara bir de eviniz kuzeye bakıyorsa. 25 yıl çalıştığım okulda ısıtma sistemi yoktu, daha inşaat bitmeden kalorifer kazanı arızalanmış ve bir daha asla tamir edilmemişti. O 25 yıl boyunca kendimizi ve öğrencileri ısıtabilmek için her türlü gecekondusal yöntemi denedik. Öğretmenler odasının tam ortasında eski püskü bir odun sobası yanardı, ara sıra saklanma süresi dolmuş eski yazılı kağıtları da yoldaşlık ederdi odunlara. Öğretmenler odası zaten gecekonduydu. Öğrenci popülasyonu arttıkça öğretmenler odası, idare odası, laboratuar, kütüphane olarak düşünülmüş ne kadar alan varsa sınıfa çevrilmiş öğretmenler ve idareciler için alternatif alanlar yaratılmıştı. Merdiven altı, müdüriyet bölümünün üstü, bahçenin bir bölümü, koridorların sonu tuğla ile örülerek ya da camekanla bölünerek oda haline getirilmişti. En sefil olanı öğretmenler odasıydı, bildiğiniz dam işte, dört yandan tuğlayla çevrilip hop genişçe bir odaya çevrilmişti. Kış boyu yağmur yağdıkça yalıtımsız duvarlarında güherçileler oluşur, tavanından su damlar, pencere pervazlarından hem soğuk üfler, hem yağmur suyu sızardı. O nedenle tam ortaya kurulu antik sobanın etrafı en rağbet gören mekandı. Dersten çıkan ellerini oğuşturarak sobanın etrafına kümelenir, kimi simitini ısıtır, kimi de sabahleyin yağan ünlü Antalya yağmurunda havuza dönmüş ayakkabılarını kuruturdu. Sınıflar daha içler acısıydı tabii ki,  özellikle kuzeye bakanlar. Buz gibi  bir soğukta, çıplak beton bir odada biz nasıl ders anlattık, öğrenciler nasıl dinledi şimdi buradan bakınca imkansız gibi geliyor. Battaniyeye bürünmüş, başları bereli, elleri eldivenli öğrenciler hala gözümün önünde. Sonra baktılar böyle olmayacak kuzeydeki sınıflara soba kurma kararı alındı. Lakin baca tertibatı yok, inşaat kaloriferliye göre yapılmış. Demokrasilerde çare tükenmeyeceği için pencerelere borunun sığacağı delikler açıldı. Yersizlik nedeniyle sınıfın girişine kurulan ilkel sobalardan uzanan 5-6 metrelik borular pencereden çıkarıldı. İyi kötü en azından soğuk hava kırılıyordu ama okula kuzey cepheden bakan biri sakaletin ne boyutta olduğunu gayet iyi farkederdi. Antalya merkezde, şehrin en rağbet gören meslek liselerinden birinin camlarından çıkan iğrenç, paslı soba boruları. Nitekim o yıl gelen müfettişler de beğenmedi. "Üşüyünüz efenim, ne demek soba kurmak, tiz söküle bu sobalar" dendi, tabii bahane yangın tehlikesiydi ve bir bakıma haklılardı ama "o zaman ödenek yollayınız klima alalım efenim" diyen çıktı mı bilmem. Hoş dense de bir şey farketmezdi. Son iki yılı o sobalardan da mahrum üşüyerek geçirdikten sonra ben emekli oldum, hemen ardımızdan tüm sınıflar klimalanmış neyse ki. Şimdi siz bu anlattıklarımın ne kadarına inandınız bilmem ama hepsi de harfi harfine doğru. Bir soğuktan nerelere gelmişim, gevezeliğim için kendimi, sabrınız için sizi kutlayıp 13 no'lu çelınç sorusuna geçeyim:

-10 yıl sonra nerede, nasıl yaşamak istiyorsun?

10 yıl sonrayı görürsem aynı yerde olmak istiyorum, huzura kavuşmuş ülkemde, yaşadığım Cennet şehirde ve evimde olmak istiyorum, sevdiklerim eksilmeden yanımda olsun istiyorum. O kadar. Hem bu şehirden başka yerde yaşamak ister mi insan?


1 yorum: