Sayfalar

18 Eylül 2014 Perşembe

AZ BİRAZ HÜZÜN VE KİTAP MEYDAN OKUMASI (4)


Şu yukarıda gördüğünüz blok apartmanın 16 numaralı dairesi ilkokuldan itibaren çocukluğuma, ergenliğime ve ilk gençliğime evsahipliği yapmıştır. Apartmana girip 3. kata çıktığınızda merdivenin hemen başındaki kapı bizimkiydi. Ayrılalı çok yıllar olmuştu ama kalbim hala oradaydı. Önünden her geçişte çocukluğuma bir selam yollar, orada geçirdiğim güzel günleri yadederdim. Bugün bir nedenle gittiğim Yenimahalle'de yıkılmaya başladığını görünce içime bir hüzün gelip oturdu. Yıkılacağını biliyordum ama o kalabalık apartmanı böyle kimsesiz, pencereleri kapıları sökülmüş görünce fena oldum. O duvarların içine, merdiven altlarına, balkonlara, bahçelere ayak izlerim, kahkahalarım, gözyaşlarım, sevinçlerim, acılarım sinmişti, hepsi yerle bir olacak çok yakında. Hani "Gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür" der ya şarkı, artık içinde yaşamasak da o ev bizim evimizdi, yoldan geçerken görmek bile mutlu ederdi, artık yerinde yeller esecek, kimbilir nasıl bir heyula yükselecek. 

Hafızamda renkli bir film karesi gibi kayıtlıdır. Yaşdaşlarım hatırlarlar, Türk filmlerinin siyah-beyaz olduğu yıllarda Zeki Müren'in başrolde olduğu yapımlarda mutlaka renkli birkaç sahne olurdu. Film siyah-beyaz akarken birden gösterişli, rengarenk bir sahne çıkıverirdi karşımıza. Ben de bu evlerin kurasını çekmek için ailemle geldiğim günü öyle hatırlıyorum. 5 yaşındaydım, anneannemin evi Hatıp çayı taşkınında yıkılmış, o zamanki hükümet evleri sele gidenler için bu evleri yaptırıp düşük faiz ve uzun vadelerle satışa sunmuştu. Bunun gibi 4 blok vardı, anneannemin evi-ki o da yakında yıkılacak-bir başka blokta idi, biz bir süre birlikte oturmuş, sonra yukarıdaki bloğa kiracı olarak taşınmıştık. Kura çekimi için sanırım bu blogun arkasında toplanılmıştı. Etraf göz alabildiğine yemyeşil kırlıktı. İlkbahar olsa gerek, gelincikler, papatyalar deli gibi açmıştı, ben arpa ambarına düşmüş aç tavuk misali o çiçekten o çiçeğe saldırmıştım. Çılgıncasına eğlendiğimi ve çok mutlu olduğumu hatırlıyorum, o günü hiç unutamadım zaten. Çok geçmedi taşındık, anneannemle geçen 1,5 yıl ve arada bir başka sokaktaki minik bir evde geçen bir yıldan sonra fotoğraftaki evimize yerleşmiştik, ilkokul birinci sınıfın yaz tatiliydi. Sitenin etrafı bir cennetti, bomboş arazinin ucu Atatürk Orman Çiftliğine uzanıyordu. Baharda yeni yeşermiş ekin tarlalarının arasından çiftliğe yürür piknik yapardık. Ya da Zehranın teyzenin eteğine yapışır onun önderliğinde yenebilir otları toplardık. 24 daireli bir bloktu ve çocuklar için ideal bir mekandı. Önde, arkada, yanlarda yer alan bahçeler, merdiven altları ve sahanlıkları, upuzun balkonlar, hatta arka bahçede yer alan trafonun önündeki beton çıkma oyun yerimizdi. Oralara sığmazsak blokların gerisinde yer alan şantiyeyi çevreleyen dikenli telleri aralar çekirge avlar, çiçek toplardık. Yandaki arsa yakantop mekanımız, kırlar çift ip atlama alanımızdı. Sonra daha büyük bir eğlence geldi, hemen bloğun yanına bir açık hava sineması açıldı. İlk yıl yanlış hesapla alçak tutulan duvarlar arsaya kilimleri serip çekirdek çitleyerek yaz boyu bedava sinema seyretmemizi sağladı. İkinci yıl işletme sahibi ayılıp branda gerdi ama ne gam, ister içeri girip izledik, olmadı arsaya oturup sesini dinledik. Ne konserler, ne sihirbaz-hokkabaz gösterileri, ne siyasi parti propogandaları izledik o sinemada saymakla bitmez. 24 daireli bu blokta komşuluklar sıcak, dostluklar vefalı, çocukluk sefalı idi. Yazları ortak balkona açılan daire kapıları kapanmaz, kışın mecburen kapatıldığında ise anahtarlar kapının üstünde bırakılırdı. Komşu teyzeler ortak annelerimiz, komşu çocukları ortak evlatlardı.

 

Biraz daha büyüyüp genç kız olmaya yüz tutunca balkonlarda oynanan evcilikler, merdiven sahanlıklarındaki "bir-ki-üç buçuk"lu top oyunları, beton alanlara çizilen seksekler gözden düşmüş girişteki merdivenin çiçekliğine oturup ilk kalp çarpıntılarını paylaşmaya, mahalle dedikoduları yapmaya başlamıştık. Ilık yaz akşamları bahçede istop oynuyor, balkonlarda İl Radyosu'ndan istek programları dinliyor, ikindi üstleri 5. durağa piyasa yapmaya çıkıyorduk. Hayat bize güzeldi, Yenimahalle orada yaşayan herkese.


Çok sürmez, bina tamamen yıkılır, belki Müyesser Teyzenin mahalle çocuklarıyla birlikte diktiği kavak ağacını da keserler. Zaten Müyesser teyze de bu dünyadan gideli çok zaman oldu, yetmedi, oğluyla gelinini, sevgili Şefika ablamla İhsan amcamı da yanına çağırdı. Annem de yok artık zaten. Kimbilir belki orada toplanmış yine apartmandakileri çekiştirip kebapçıdan ısmarladıkları dönerleri yiyorlardır. Zalimsin be hayat, durduğun yerde durmuyorsun, yokolup gidiyor herkes, her şey.

Haydi şu kitap meydan okumasının 4. sorusunu da cevaplayım da gidip biraz daha hüzünleneyim...

4. gün: En sevdiğin serinin en sevdiğin kitabı:

Dün bahsetmiştim en sevdiğim seri Alev Alatlı'nın "Orda Kimse Var mı?" serisi idi, serinin içinde en sevdiğim kitapsa "Valla Kurda Yedirdin Beni" olmuştu. Kitaplığımdan uzaktayım, o nedenle birkaç satır yazamıyorum, merak ediyorsanız okuyun diyorum ve kaçıyorum...

1 yorum:

  1. Şu anılardan başka ne kaldı ki çocukluğumuz gençliğimizden? Öyle imreniyorum ki ayak izleri hırpalanmamış insanlara...

    YanıtlaSil