Sayfalar

13 Eylül 2014 Cumartesi

AYAĞIMIN TOZUYLA

Cuma günü öğleden sonra katılmamız gereken bir düğün nedeniyle Niğde'ye doğru yola çıktık. Bilenler bilir, artık kendimi Antalyalı olarak kabul etsem de aile olarak Niğde kökenliyiz. Çocukluğumun ve ilk gençliğimin en keyifli tatilleri, en güzel zamanları annemin akrabalarının artık yerinde yeller esen bağlarında, bahçelerinde Niğde'de geçti. Orada yaşayan yakınlarımız birer ikişer bu dünyadan ayrılınca şehirle bağlantımız kopmuş, uzun yıllardır gitmemiştim. Düğün bahane oldu, hem Niğde'yi son haliyle görmüş, hem de anıları yadetmiş oldum. 

Tuz Gölü pek acınası hallere düşmüş, yıllar öncesinin karayoluna kadar uzanan göl sınırı içerilere çekilmiş, sararmış, kararmış. Yine de bir grup turist kar üstündeki karıncalar gibi göl üzerinde dolaşmakta idiler:


Ve Beydağları'ndan sonra en sevdiğim dağ, üzerine vurmuş akşam güneşi ile ovanın ortasında yalnız ve heybetli Hasan Dağı:


Vakit akşama dönmüşken girdik Niğde'ye, ortalık kararmıştı bile. Hemen konaklayacağımız Öğretmenevi'ne gidip valizleri bıraktık, üstümüzü değiştirdik ve neredeyse yarısı tamamlanmış düğüne koşturduk. 


Burası Newyork Metropolitan Müzesi falan değil, düpedüz Niğde Öğretmenevi'nin girişi. Bu kadar güzel bir bina olduğunun hiç farkına varmamışım. 1915-17 yılları arasında ilkokul olarak inşa edilmiş ama 1. Dünya Savaşı nedeniyle askeri amaçlı kullanılmış. Sonra Sakarya İlkokulu olarak hizmet verirken bir yangın geçirmiş. Öğretmen okulu, Ticaret Lisesi fonksiyonlarıyla kullanıldıktan sonra 80'li yılların ortasında Öğretmenevi'ne dönüşmüş. 

Düğün tüm düğünler gibiydi; kalabalık, gürültülü ve telaşlı. Sona erip gelin ve damada mutluluklar dileklerimizi ilettikten sonra bize ayrılan odaya dönüp yorgun bedenlerimizi yataklara attık. 

Sabahın köründe uyandık sonra ve eşimle ufak çaplı bir Niğde turu yaptık. Öğretmenevi'nin gündüz hali aşağıda:


Ne yazık ki dış görünüşüyle uyumlu bir iç görünümü ve hizmet kalitesi yok. Burayı görünce İstanbul'dakine haksızlık ettiğimi düşündüm. Sanırım kamu misafirhaneleri içerisinde en lakayt olanı Öğretmenevleri. Yine de yoklukta idare eder diye düşündük ve attık kendimizi Niğde sokaklarına.

Artık başka birinin işletmesine geçmiş olsa da bir akrabamızın lokantasına göz atalım istedik. Lokanta sahibi bizi içeri davet edip çay ikram etti, çayları içerken gözümün iliştiği duvarda annemin dayısının bir fotoğraftan bize gülümsediğini görünce nasıl bir duyguya düştüğümü tahmin edersiniz.


Tanıdık mekanlardan geçtikçe iyice anılara dalıp bu defa büyük teyzenin artık tek bir yaprağı bile kalmamış kocaman bahçesinin olduğu semte doğru yürüdük. Yol üstü Niğde Kalesi'ne ve o bahçede her saat başını sesini duyduğumuz Saat Kulesi'ne bir selam çaktık. 



Alaattin tepesinde bulunan, Bizanslılar tarafından inşa edilip Selçuklu sultanları 2. Kılıçarslan ve Alaattin Keykubat zamanında asıl şeklini alan Kale'yi ve 1902 yılında yapılmış Saat Kulesi'ni geride bırakıp bizi teyzenin evine ve eski bağının yerine götürecek merdivenleri inmeye başladık. Bağın yerinde yükselen blok apartmanları görmeye içim dayanmadı ama içinde çok güzel zamanlar geçirdiğimiz eski evin hala yerinde olduğunu görünce sevindim. 


Şimdi kimbilir kimlerin oturduğu küçük kışlık evin yıpranmış balkonu, teyzemin çiçekleri arasında ne sohbetlere, ne kahkahalara, ne özel günlere şahitlik etmişti.

Bünyeye yeterince anı ve hüzün yükleyince Öğretmenevi'ne geri dönüp kahvaltı yaptık ve çocuklarla birlikte Akmedrese'yi görmeye gittik. 



Adını taş işlemeciliğinin doruğuna çıkmış şahane kapısındaki beyaz mermerden alan Ak Medrese 1409'da Karamanoğlu Alaaddin Ali Bey tarafından yaptırılmış. Yıllar önce müze olarak kullanılırken içine girmiştim, şimdi Kültür Evi olarak kullanılmakta imiş, ne yazık ki kapısında koca bir kilit vardı, gezmek mümkün olmadı. 

Vaktimiz kısıtlı olduğu için dönüş yoluna vurmadan önce kısacık bir ziyaret de Kayardı Bağları'na yapalım dedik. Burada büyük dayının bir bağı vardı yıllar önce, biraz harap ve bakımsızdı ama öyle yeşil ve öyle güzeldi ki. O zamanlar yolu yetersiz olduğu için at arabasına doluşur, piknik yapmaya giderdik. Anladığınız üzere yine nostaljik hallere düşmüştüm.


Çoktan satılmış olan bağı bulamadım-ya da tanıyamadım-tabii ama daracık sokaklarda dolaşıp eski günleri anmayı da ihmal etmedim.





Yeterince anı tazeledikten sonra Niğde'ye elveda deyip yola koyulduk. Kayardı Bağları arabanın aynasından bize güle güle diyordu:


3 yorum:

  1. ben bu kayaardı bağları manzarasını hep dedemin ulukışla'daki bahçesininkiyle karıştırmışım demek ki. çünkü dedeminkini hatırlamam zor. şimdi fotoğrafları görünce farkettim.

    YanıtlaSil
  2. Ne hoş.
    Ah o anılar.
    Kapıya ve öğretmenevine bayıldım.

    Hep gezmek isteyen anne

    YanıtlaSil
  3. aynı senin gibi olurum Ordu'ya gittiğimde... Yolculuğum hep çocukluğuma doğru olur.

    YanıtlaSil