Sayfalar

18 Ağustos 2014 Pazartesi

NANU NANU


Robin Williams'ın ölümü üzerine çevirdiği fimler ve diziler arasında "Mork ve Mindy" de gündeme gelince yıllardır aklıma bile gelmeyen bu dizi beni yılların ötesine götürdü. Türk televizyonlarında (daha doğrusu tek kanallı TRT'de) gösterilmeye başlandığı yıllarda Denizli'de yaşıyordum. Hayatımdaki her şey yeniydi; yeni evliydim, evim yeniydi, eşyalarım yeniydi, öğretmenliğim yeniydi, okulum yeniydi, şehir yeniydi, çevremdeki insanlar yeniydi, edinmeye başladığım arkadaşlarım yeniydi ve ben çok gençtim. Eskiden kalan tek şey ergenlikten beri beraber olduğum ve aynı okulda öğretmenlik yaptığımız arkadaşımdı. O bekardı, tipik bir Denizli ailesine ait apartmanın minicik teras katında heyecanları, korkuları ve hevesleri ile birlikte yaşıyordu. Gece yatarken hışırdasın diye kapıların önüne gazete, yastığının altına ekmek bıçağı koyuyordu, bu anlamsız çabaya hem hüzünlenip hem gülüyorduk. Bense o güne kadar yaşadığımdan çok farklı, kenar mahallelerden birindeki saçma sapan bir apartman katında evliliğe alışmaya çabalıyor, ıssızlıktan ve sessizlikten muzdarip, evin epey uzağından geçen şehirlerarası yoldan ara sıra duyduğum araba sesine bile seviniyordum. Tümüyle yabancı olduğum şehrin sokaklarını çekingen adımlarla arşınlıyor, el yordamıyla şehrin kodunu çözmeye çalışıyordum. 80 öncesiydi; yokluklar, kavgalar, çatışmalar dönemiydi. Çoğu geceler enerji tasarrufu adı altında karanlıkta geçiyor, tüp için, yağ için hatta tuvalet kağıdı için sıraya giriyorduk. Yine de mutluyduk, çünkü gençtik, ara sıra bastıran aile özlemini saymazsak Denizli'nin kömür kokulu soğuk kış akşamlarında yeni dostlarımızla buluşuyor, gülüp eğleniyor, çoğu zaman gittiğimiz evde yatıya kalıyorduk. Lakin çoğul ve ortak hüzünlerin dert ortağı her daim teras kattaki eski dosttu. İlk onunla izlemiştik "Mork ve Mindy"yi, tabanı tahta döşeli, İskandinav koltuklu salonda, anneanneden kalma sehpanin üstünde duran küçük ekran siyah-beyaz televizyondan. Baştan sona gülmekten kırılmış, birbirimizi "Nanu Nanu", "Ark Ark" diye selamlamaya başlamıştık. Kimi zaman bizim evde, dayımın düğün hediyesi, altında yükselticisi, üstünde anteniyle siyah-beyaz Schaub-Lorenz'de, kimi zaman onun minikte izliyor, her bölümdeki esprileri dizi bittikten sonra dönüp dönüp tekrarlıyor, gülme krizlerine giriyorduk. Meslek hayatının başındaki Robin Williams meslek hayatının başındaki iki genç öğretmenin hayatına neşe getirmişti. 

Yıllar sonra sanırım özel kanallardan biri tekrar yayınladı "Mork ve Mindy"yi. Nostaljik duygularla ve heyecanla TV başına geçmiş, ilk on dakikada bezmiş, "biz bunun neresine bu kadar gülmüştük yahu" diye şaşıp kalmıştım. İktisadın temel kurallarından biriydi elbette, az olandan alınan zevk her zaman daha fazladır. Zavallı kısır tek kanallı TV programlarının arasında eğlenceli ve komik gelmesi çok doğaldı, sonraysa seç seçebildiğin kadar, "Mork ve Mindy"nin yüzüne kim bakar.

Yine de o acemilik yıllarımızda yüzümüzü güldürdüğün için teşekkürler "Mork ve Mindy", toprağın bol olsun "Robin Williams"...

8 yorum:

  1. İntihar ettiğini ilk duyduğumda '' O bile katlanamıyorsa bu dünyaya bizim yaşamaya çalışmamız beyhude'' demiştim, yanılmıştım halbuki o işini yaparken halini, hayatının tamamı sanmıştım

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah vitrin hayatlar, keşke göründükleri gibi olsalar. Çok erken ve acı bir gidiş oldu onunki, umarım huzura kavuşmuştur...

      Sil
  2. Yine ne güzel anlatmışsınız..:)

    YanıtlaSil

  3. Daha sonra sinema dünyasındaki iyi oyunculukları nedeniyle, Robin Williams'a oluşan hayranlığımı ayrı tutuyorum, Mork ve Mindy'in benim için de mutluluk verici anılardandır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Robin Williams'ı tek geçerdim beyazperde de ama Mork iken onun Robin Williams olduğunu bile bilmiyorduk ya :)
      Dört gözle görüşmeyi bekliyorum...

      Sil
  4. çokkk güzel anlatmışsın leylak dalı. galiba en beğendiğim postlarının sıralamasında top 10 a girer. yaşın biraz ortaya çıkmış elbet, kesinlikle 70'lerin sonunda dahi olsa evlenecek yaşta olduğunu tahmin edemezdim :))))))) 80'lerde filan derdim.
    enerji tasarruflarını iyi hatırlıyorum. karanlıkta konuşmadan, hiç bir şey yapmadan, salonda ailecek bazen bir mum ışığında otururduk. hayatın anlamını sorgulatırdı bana bazen. Ürkütücüydü. Ve babam hep aynı espriyi yapardı: şu mumu televizyonun üstüne koyun da biraz da televizyon seyredelim :) hep bir kanan olurdu ama :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağol sevgili Joe, sevindim beğendiğine. Yaşıma gelince, eh görünen köy kılavuz istemez :) 70'lerin son yılında evlendim, şimdi düşününce çok erkenmiş diyorum ama bir bakıma güzel, çocuğunla arkadaş oluyorsun o zaman :)
      Of o enerji tasarruflu günleri hiç hatırlatma, feci bir de anım vardır, tekrar görüştüğümüzde anlatırım :)

      Sil
  5. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil