Sayfalar

26 Ağustos 2014 Salı

KISA BİR GEZİNİN ANATOMİSİ 4

İstanbul'daki ikinci sabahımıza yine çok az uyumuş olarak uyandık. Bu mekan bir harika dostum, sabahlara dek dinmiyor uğultusu. Aslında uyumayınca erken kalkma derdi olmuyor, otomatikman erkencisin zaten de kendine gelmek biraz zaman alıyor. Bugün blog kızları günü idi, Lale'nin Bahçesi ile önceden yaptığımız plan uyarınca Anadolu yakasına geçecektik. Madem erkenciyiz, kargaların kahvaltı zamanından bile önce ayağa kalktık, sahil yolundan yürüyerek gidelim Eminönü'ne dedik ve giyinip çıktık sokağa. Maşallah havanın saatten haberi yoktu, kendini öğlen sanıyor ve kızgın ışınlarıyla güneş tepemizi delerken nem de ikinci bir deri gibi üstümüze yapışıyordu. Buna rağmen yılmadım ve "Antalyalı'ya ne yapar bu kadarcık sıcak" diyerek zavallı kızkardeşi peşimden sürükleyip yürümeye başladım.


Lakin kazın ayağı öyle değilmiş, tek bir gölge olmayan çıplak kaldırım bir nevi Çin Seddi gibiydi. Sarayburnu'na kadar refüjdeki teller nedeniyle karşıya geçmek mümkün olmadığı gibi yürü yürü bitmek bilmiyordu.


Turgut Reis bile halimize bakıp karşıdan seslendi: "Bre ahmak hatunlar bu sıcakta ne işiniz var yayan yapıldak, nargile içmeye gelirim diye söz verdiniz, gelmediniz. Bir uğrayıp hatrımı alsaydınız sizi kadırgamla Üsküdar'a bırakırdım" dedi. "ha, şey, hımm, evet evet" diye birşeyler geveleyip acele kaçtık oradan. Neme lazım koca kaptan-ı derya, kızdırmaya gelmez, hem aramızda adresten doğan bir yakınlık da var kalbini kırmayalım. Zamanında adını taşıyan bir caddede ikamet etmişliğim bulunmakta.

Neyse az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, sıcaktan saçlarımız alnımıza yapıştı, susuzluktan dilimiz dışarı sarktı derken ufukta kara-pardon Sarayburnu-göründü. "Amanın" dedik, "Çin Seddi'ni aştık, savunmayı yardık, geçelim karşı tarafa gölgeye". Karşıya geçince ulu ağaçları, rengarenk çiçekleri ve herşeyden çok gölgede duran bankları ile Gülhane Parkı çok cazip geldi. Yolu uzatmayı göze alıp daldık içeriye, önce oturup biraz soluklandık, terimizi soğuttuk, sonra yerli Capon olaraktan geldiğimizi fotoğrafla belgeledik. 


Güllü Gülhane'nin harflerinden birini ileride lazım olur diyerek cebe atıp devam ettik park içinde yürümeye:




Tahmin ettiğiniz gibi kaftanın arkasından kafamızı uzatıp fotoğraf çekmeyi de ihmal etmedik. Bu fotoğrafları sonra "gürbüz padişah" yarışmasına göndereceğiz  :)


Parkı boylu boyunca katedip tekrar Sultanahmet'e çıkınca kendimize güldük, güya yolu uzatmamak için Sahil Yolu'ndan gelmiştik. Etrafımıza bakıp fotoğraf çeke çeke sonunda Eminönü'ne vardık, jetonmatikten kazık fiyata jetonumuzu alıp iskelede hazır bekleyen Üsküdar vapurunun en rüzgarlı mevkiine yerleştik. 



Vapurdan iner inmez bir taksiye atlayıp Lale'nin Bahçesi, Ekmekçi Kız ve Macera Kitabım'ın bizi beklediği Filizler Cafe'ye ulaştık. Sarıldık, özlem giderdik ve karşımızda Kız Kulesi, masamızda blog kızları ile keyifli, muhabbetli, kahkahalı kızkıza bir kahvaltı yaptık :)


Niyetimiz Kızkulesi'ne geçmekti ama yürüsen 5 dakikada ulaşacağın Kız Kulesi'ne tekne ücreti olarak adam başı 20 lira denilince İstanbul'un yerlilerini sahildeki çay bahçesine emanet ettik, kızkardeşle ikimiz gitmeye karar verdik. Teknenin yanaşmasını 20 dakika süreyle kızgın güneşin altında bekleyince edindiğim amele yanığına bir de sinir bozukluğu eklendi. Neredeyse cayıyorduk ki nazlı nazlı yanaştı teknemiz, binmemizle inmemiz bir oldu zaten, bir sürü merdiven çıkıp terastan İstanbul'u seyrettik. Esasen bir gün önce Galata Kulesi'nden, hem de daha yüksekten seyretmiştik, kulenin içinde de bir numara yokmuş. Onca sıcağa, vakit kaybına ve fahiş bilet fiyatına değmedi desem yalan olmaz.



Fenere tünemiş karabatak kuledeki en sevimli şeydi. Hera ile Leandros'u canlandıran duvar resmine bakarken gözyaşlarımı tutamadım dersem inanmayın sakın. Yine de efsanenin aslı varsa yazık olmuş gençlere.




Kulenin en güzel yeri dışı olduğuna göre içine girmek için niye bu kadar heves ettik anlamadım. Belki üstümüzden bir kuş geçer demişizdir.


Bizi getiren bu tekne hareket etmeden yetişip geri döndük, gelirken kaybettiğimiz zamanı dönerken telafi etmiş olduk. Beynimize geçen güneşinse telafisi mümkün değil tabii ki...


Kızımız arkamızdan hüzünlü gözlerle bakakaldı...

Günün ikinci yarısı bir dahaki posta...

3 yorum:

  1. bir tek gitmek istediğim yer kız kulesi kaldı
    ölmeden önce gideyim de içimde kalmasın :)
    anlatım ve bilgiler için çok teşekkürler
    2.yarıyı bekliyoz :)) sevgiler

    YanıtlaSil
  2. Valla bence bir numarası yok, kule dıştan güzel, içi rutubetli, köhne ve bunaltıcı. Ha İstanbul'u biraz yüksekten görmek istiyorsanız o başka ama o işlevi de Galata Kulesi daha iyi yerine getiriyor. Fiyatların fahişliği de resmen insanı aptal yerine koymak gibi geldi bana. Tabii yine de içinizde kalmasın gidip görün merak ediyorsanız.
    Sevgiler...

    YanıtlaSil
  3. İyi ki ben de bu masalın içine girmişim :)

    YanıtlaSil