Sayfalar

25 Ağustos 2014 Pazartesi

KISA BİR GEZİNİN ANATOMİSİ 2

 (Dikkat: Çok sayıda fotoğraf içerir)
İstanbul'daki ikinci günümüzde zamandan mümkün olduğunca istifade edebilmek için erkenden uyandık, zaten doğru dürüst uyumamıştık. Kaldığımız Öğretmenevi Sahil Yolu'nda arkası Sultanahmet'e ve Ahırkapı'ya bakan bir lokalizasyonda olduğu için haliyle insan ve araç sirkülasyonunun yoğun olduğu bir mekandı. Mahallenin gençleri geceyarısı kaldığımız odanın hemen karşısındaki duvarın dibine konuşlanıyor ve seslerinin son gücüyle muhabbet ediyorlardı, araya karışan küfürler, şarkılar, araç kornaları, motor gürültüleri de cabası. Tam ortalık biraz sakinleyip biz de dalmak üzereyken bu defa konum itibarıyle çevrede çok sayıda bulunan camilerden birbiri arkasına ezan sesleri yankılanıyor ve gözümüz tekrar açılıyordu. Kısacası geçirdiğimiz üç gecede en fazla üç saat uyuyabildik desek yeridir. İşte ilk uykusuz gecemizin sabahında sözleştiğimiz arkadaşımız bizi almaya gelmeden seri bir Sultanahmet turu yapalım dedik ve ara sokaklardan meydana doğru yola koyulduk. Erol Taş'ın Kahvesi hemen arkamızdaydı ve her geçişimizde görevli garson tarafından "Kamaan, kamaan" diye davet edildiysek de itibar etmedik, Erol Taş sağ olsa ve çay ocağının başında dursaydı belki bir kahvesini ya da çayını içerdik.


Sultanahmet'e çıkan ara sokaklar nisbeten doğal dokusunu korumuşlar, insan her geçişte yeni bir yer, yeni bir şey keşfediyor. "Keşke" diyor, "daha iyi korunsa, kıymeti daha çok bilinseydi bu güzel şehrin". 


Bazen orijinalliğini koruyan bir ev görüp Hüseyin Rahmi'nin romanlarından birine giriveriyorsunuz.


Bazen suyunu yitirmiş, musluğu kopuk bir çeşme görüp "kimlerin susuzluğunu giderdi acep?" diye düşünüyorsunuz.


Bazen iyi restore edilip küçük ayrıntılarla sevimli hale getirilmiş bir işletme görüp seviniyorsunuz. İsmi de buradaki gibi güzelse dudağınıza bir de gülümseme yerleşiyor: "Esans Otel".


Sabahın erken saatine rağmen sıcaklık hatırı sayılır derecede olunca tırmandığımız yokuş yukarı sokaklar yoruyor bizi ve ter içinde ulaşıyoruz 3. Ahmet Çeşmesi ve Topkapı Sarayı girişine. Topkapı Sarayı'nı gezmeye ne vaktimiz, ne de niyetimiz var, meydana doğru ilerliyoruz, "Milyon Taşı" çıkıyor karşımıza. 


Konstantinopolis'e uzanan tüm antik Roma yollarının başlangıç noktası olan ve dünya üzerindeki şehirlerin bu şehre uzaklığının hesaplanmasında kullanılan sıfır noktası olan Milyon taşı 1. Konstantin tarafından 4. yüzyılda yerleştirilmiş.

Bizans, Roma, Osmanlı derken kafa karışıyor, Hürrem Sultan Hamamı'na dalıyoruz ama kapıdaki görevli "Yassah hemşerim" diyor. Önceden hatırladığım kadarıyla halı sergisi ve satışı yapılıyordu burada, şimdi restore edilmiş ve turistik bir hamam olarak hizmete açılmış. Görevli sadece kapıdan başımızı uzatıp bakmamıza izin veriyor ve sonra kişeliyor bizi, Hürrem'i yıkanırken hayal bile etmemize izin vermiyor. Zaten hiç de merak etmemiştik fettan kızıl hatunu :)

Sultanahmet'te dolaşmaya devam ediyoruz, çevredeki camilere, kiliselere, hanlara, hamamlara, otellere, restoreli, restoresiz binalara bakmaktan boynumuz tutuluyor, sonra şu bahçe duvarını görüyoruz, kırık çinilerden yapmışlar, pek neşeli:


Saate bakınca panikliyoruz, arkadaşımız gelmek üzere, hemen geri dönüyoruz ve aynı anda varıyoruz buluşma yerine, atlıyoruz arabaya ve güzel bir kahvaltı mekanı bulmak için Karaköy'e doğru yol alıyoruz. Arabayı otoparka bırakıp elimizdeki adresi takip ederek "Naifİstanbul" isimli mekanı arıyoruz. Hep merak ettiğimiz Fransız Geçidi'nden geçiyoruz, pek fazla bir numarası yokmuş, hayal kırıklığına uğruyorum.



Sandalyeyle arkadaşlık eder kavunları fotoğraflayarak kendimi teselli ediyorum :)

Tamamen ters yöne gittiğimizi kapı numaralarına bakınca anlıyor, geldiğimiz yolu geri yürüyor ve aradığımız yerin arabayı koyduğumuz otoparkın karşısında olduğunu görünce gülmeye başlıyoruz.


Burası "Naifİstanbul". Herhangi bir manzarası ya da numarası yok. Tek güzel tarafı dekoru, o konuda tam puan aldı, buyrun siz de görün, daha pek çok ilginç ve hoş köşesi var ama ancak bu kadar ekleyebiliyorum:





Kahvaltıdan sonra mekanın hemen yanındaki Kılıç Ali Paşa Camii ve Külliyesini gezdik. Önce 1580 yılında yapılmış hamama göz attık. Burada sorun çıkarmadılar, hatta fotoğraf çekmemize bile izin verdiler, üstelik bir kaç turist peştemallara sarılmış duvar dibine yerleştirilmiş bol yastıklı rahat sedirlerde keyif yapmakta idiler. 


Hamam keşfimizi tamamlayınca sıra camie geldi. Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından 16. yüzyılda Mimar Sinan'a yaptırılan cami ve külliye Sinan'ın yaşlılık dönemi son eserlerinden. Paşanın isteği üzerine planı Ayasofya'ya benzetilmiş ama daha küçük ölçülerde inşa edilmiş.




Camiin ziyaretini tamamladıktan sonra Sultan 1. Mahmut tarafından yaptırılan Tophane Çeşmesi'ne doğru ilerledik. İstanbul'un üçüncü büyük çeşmesi olan Tophane Çeşmesi ne yazık ki susuz ve yalaklarını evsizler barınak olarak kullanmaktalar. 

Yenilenme çalışmaları yapılan ve benim İstanbul camileri içinde en sevdiklerimden biri olan 2. Mahmud'un yaptırdığı Nusretiye Camii'ni ve saat kulesini İstanbul Modern'in bahçesinden şöyle bir görüp görüntüledik. 



Sultan Abdülmecid döneminde yaptırılan Tophane Kasrı'nı fotoğraflayıp gördüğümüz sergi afişi üzerine Tophane-i Amire'ye çıkmaya karar verdik.



Fakat tırmandığımız yokuşa değmedi, serginin tarihine bakmamışız,10 gün sonra açılacakmış, içeriye giremedik, bahçede fotoğraf çekmemize ses etmediler, biz de aşağıdaki güzelliği sevip Çukurcuma'ya, Masumiyet Müzesi'ne doğru yola düştük.


Çukurcuma tarihi dokusunu nisbeten koruyan yerlerden, İstanbul'un muhtelif yerlerinde olduğu gibi burada da çok güzel duvar resimlerine rastladık:



Hayata tutunmaya çalışanlardan biri de bu eski yapı ama fazla dayanacağa benzemiyor. Bir merdivenin başında kızkardeşi fotoğraflarken yarı bellerine kadar pencereden sarkıp salladıkları sepetlerin dolmasını beklerken birbirine laf yetiştiren iki kadın bize de laf attı: "Şurada köpek bokları var, onları da çekin" :)

Ve sonra Masumiyet Müzesi'ne geldik. Ne yalan söyleyim kitabı hiç sevmemiş, Kemal'e de sinir olmuştum ama müzeyi gezmeyi çok arzu ediyordum. Kitaptan koparttığım bilet sayfasını gişeye verdiğimde itirazla karşılaştım. Kitabın kendisini istediler. "Pes" dedim, "koca kitabı Ankara'dan buraya taşısaydım keşke". Neyse içeri gitti, birilerine sordu, sonra girmeme izin verdi hazret. Kız kardeşle arkadaşım dışarda beni bekledikleri için biraz hızlıca gezdim ama türünün ilginç örneklerinden biriydi, hoşuma gitti.






Kenan'ın biriktirdiği Füsun'un sigara izmaritleri. Salak Kemal :)

Müze çıkışı ben kızkardeşle arkadaşımın beklediği Tomtom Kaptan Sokağı'na doğru yollanırken duvardan arkadaşın biri sesleniyordu:


"Sokaklar bizimdir!"

Eh daha öğlen yeni oldu, gezi devam ediyor ama post uzadı, gerisi bir dahaki yazıya...

9 yorum:

  1. E ama yaaaa. Okuyodum guzel guzel..

    YanıtlaSil
  2. ay siz Cankurtaran ogretmen evinde kalmissiniz. Eylul ayinda anamla gidip bir gece de biz kalicaz. Bu arada kaynanamdan kalma zilyon tane duvar tabagi var Naif Istanbul fotograflari bana guzel bri fikir verdi sagolasin ablam.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. He aynen öyle yaptık Dilara ama bu mevsimde çok gürültülüydü hiç uyuyamadık desem yeridir, umarım size sokağa değil de sahile bakan oda düşer. Belki biraz daha sessiz olur. Evet tabakları değerlendirmek için güzel bir fikir Naif'inki...

      Sil
  3. yaşadığım şehri bilmediğimi senle daha iyi anladım leylaaam. önlerinden geçerken dikkat bile etmediğim pek çok şeyi yazmışsın. iyi bir rehberle detaylı bir istanbul turuna çıkmak farz oldu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslimu bu hepimiz için geçerli, bir şehri en iyi turistler ve başka şehirden gelenler geziyor. Hele bir de benim gibi İstanbul hakkında özel çalışıp bilgilenmiş bir arkadaşın olursa tadından yenmiyor.

      Sil
  4. Masumiyet müzesi beni de çok etkilemişti. Haziran ayında gitmiştim. En çok porselen kalp hoşuma gitmişti :) Kemal'e de Füsun'a da sinir oluyorum bu arada :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet kitabından nefret ettiğim halde müzeyi çok görmek istedim ve sevdim. Ben de müzeyi anlatan kitap da mevcut, eve dönünce detaylı bir inceleme de orada yapacağım, dikkatli okumak için müzeyi gezmeyi bekliyordum. Ben kitaptaki bütün tiplere sinir oluyorum, üstelik Orhan Pamuk kitaplarını çok severim :)

      Sil
    2. Aynı şekilde Pamuk'u sevmeme rağmen o kitabı ben hiç sevmedim. Nostalji kokması güzel tabii ama Kemal'in takıntısı olsun, Füsun olsun beni sinir ettiler. Yeni Hayat ve Kar benim favorilerim :)

      Sil