Sayfalar

8 Ekim 2013 Salı

PORTAKAL 3

Kişisel maratonumun üçüncü gününe üç film sığdı. Öğleden önce seansında ünlü yönetmen Kim Ki-Duk'un son filmi "Moebius"u izledim. Esasında çok sert bir filmle karşılaşacağımı biliyordum geçen yılki "Pieta" deneyiminden sonra ama bu kadarını da beklemiyordum.


Film boyunca kesilen penisler havada uçuştu, bıçaklar saplandı, eller ayaklar taşlarla sürtüldü, kanlar aktı, Oidipus-Elektra kompleksleri, ensestler tavan yaptı; sanırsınız filmin bilimsel danışmanlığını bizzat Freud yapmış. Açıkcası benim içim kaldırmadı görsel anlamda ama sanatsal anlamda ele alırsak iyi filmdi. Bir kere konuşma yoktu filmde, sadece efektler verilmişti. Tüm duygular mimikler ve bakışlarla ifade ediliyordu ve oyuncular işin hakkını tam anlamıyla vermişti. Velakin Kim Ki-Duk biraderimizin bir psikolog yardımına ihtiyacı var mıdır acebağğ diye de düşünmedim değil :)

İki film arası artık ritüel haline gelen acele yemek yeme, tuvalete gitme, filmin konusuna göz atma işlemlerinden sonra tekrar salondaki yerimizi aldık ve Polonya yapımı bir film olan "Dalgalanan Gökdelenler"i izlemeye hazırlandık:

Annesi ve sevgilisi ile yaşayan ve düzenli bir spor yaşamı olan yüzücü Kuba'nın Mikal ile tanışması ve bunun sonucunda duygularında ve cinsel tercihlerinde meydana gelen değişmeler, homofobik yaklaşımlar konu edilmiş. Ağır bir temposu olmasına rağmen izlenebilir düzeyde bir filmdi. Hemen ardından da günün son filmine geçtik, Romanya-Fransa ortak yapımı olan "Bükreş'e Gece Çöktügünde ya da Metabolizma":

Kendimi ne kadar zorlarsam ve ne kadar iyi niyetle yaklaşırsam yaklaşayım film hakkında tek olumlu laf edemeyeceğim ne yazık ki. Bir yönetmenin film çekme çabaları ve başrol oyuncusuyla olan ilişkileri konu edilmişti diyeceğim ama konu var mıydı ondan da şüpheliyim. Uzun dakikalar boyunca karşılıklı yemek yediler, uzun dakikalar boyunca karşılıklı sigara içtiler, uzun dakikalar boyunca rol provası yaptılar ve uzun dakikalar boyunca yönetmenin endoskopisini bilgisayar ekranından izlediler. Filmin bittiğini gösteren yazılar perdede akmaya başladığında bayılmak üzereydim. Festivalin en kötü filmi ödülünü şahsen ben takdim edebilirim ama belli olmaz, bakarsınız jüri en iyi uluslararası film seçivermiş.

Bugünlük böyle, yarına tek film izleyip evimi bir hale yola sokmayı planlıyorum. Umuyorum yani :)

5 yorum:

  1. Böyle yorumlar okuyunca festival için kıpırdanmayışım bana haklı geliyor. Hayır kalkıp da Antalya'ya gidip festival takip edecek değilim zaten ama bunlar film mi oluyor şimdi? O biletler için insanlar kuyruğa giriyor parasını ayırıyor sonra da günü gelince zamanında yetişmek için telaş filan yapıyor ve sonuca bak. Kalsın almiyim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öyle deme sevgili Joe, arada birkaç tatsız film çıkabiliyor ama genelde festivalde film izlemek oldukça keyifli oluyor. Bir de Antalya konumu itibariyle bu işlere yatkın, ulaşım sorunu olmuyor ve biletler oldukça ehven fiyata satılıyor. Şanslıyız yani bu bakımdan :)

      Sil
    2. Benim için işin en sevimsiz tarafı heves edip kılı kırk yarıp, saatini gününü çakışmasın diye organize ettiğin filmin biletinin bitmiş olması. İstanbul'da bu çok oluyor. Uğraşamam yani. Hayır bir de tek bir film bile kötü çıksa dünya başıma yıkılır benim. Hiç toleransım yok o konuda. Neyse sen halinden memnunsan zaten sorun yok ki. Ben arada mızmızlanırım böyle boşver :)

      Sil
  2. Sizinle portakalı takipteyim.Gıbta ile bakıyorum.Normalde ben 1 film bile izleyemeyenlerdenim.Eşimin ısrarı ile ayda yılda bir gitmek zorunda kalıyorum.Sinema tepeme çökecekmiş gibi oluyorum.3 filmi peş peşe seyrettiğimi hayal ettimde...şu anda yoğun bakımdaydım herhalde...Size kolay gelsin...3 filmin yorgunluğundan sonra ev işleri size vız gelir,tırıs biter...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir süre sonra bünyeniz alışıyor ve hiç etkilenmiyorsunuz. Ben sinemada film izlemeyi çok seven biriyim o nedenle de memnunum hayatımdan. Beni yoran bir yandan da uzun seyahat sonrası evi hale yola koyma işi, neyse ki onu da hallettim bu arada :)

      Sil