Sayfalar

30 Nisan 2013 Salı

GÜNLÜK

Kumrumuz Yağmur arkasında ölü kardeşini ve toz zerresi boyutunda yüzlerce kuş bitini yadigar bırakarak uçup gitti, yolu açık olsun. Benim payıma ise kumru naaşını yok etmek, tüm balkonu ilaçlayıp kırklamak, kuşların ikameti sırasında giydiğim ne kadar giysi varsa hepsini yıkayıp paklamak ve artık bitsel mi sinirsel mi olduğunu anlamadığım nedenlerle bir süre kaşınmak düştü. Şimdi ortalık sütliman; kuş yok, bit yok, gübre yok, kaşıntı yok. Şu andaki sıkıntı 36 dereceyi bulan ve Nisan sonuna yakışmayan sıcaklık. Bir nevi kavruluyoruz, neyse ki evlerin içi henüz ısınmadı. Dışarı çıkmayarak idare ediyoruz. 


Hafta sonu bahçeden, bu defa açmış olarak mevsimin son leylakları geldi, tarafımdan bolca koklanarak eskitildi :) Yanıbaşıma yerleştirip Isabel Allende'nin son kitabını okudum, iki sevdiğim bir arada hesabıyla. 

Bu ara kendimi avareliğe vurdum; Survivor izleyip Candy Crush Saga oynuyorum. Tabletle oynadığım ve facebook bağlantısı kurmadığım için de ikide bir canlarım bitiyor ve mecburi molalar veriyorum. O vıjjk, patır, çatır sesleri, "sugar crush" nidaları pek hoşuma gidiyor, sitiresim yok oluyor :) Canların birikmesini beklerken de muhtelif filmler izliyorum. Son haftada üç film izledim, üçü de güzeldi ama sıralama yap derseniz "Gözetleme Kulesi" en başa yerleşir. Tüm ekip başarılydı ama kısacık rolüyle Laçin Ceylan'ın oyunculuğu en fazla akılda kalandı.


 


Nisan ayının son saatleri de bitmek üzereyken Mayıs güzellikler getirsin dileğiyle huzurdan ayrılıyorum. Sevgiyle kalın...


28 Nisan 2013 Pazar

KÜÇÜK BİR GECE MÜZİĞİ



Dün akşam güneş batarken, Yat Limanı'na bakan, park içi  küçük bir açık hava tiyatrosunda Antalya Oda Orkestrası'ndan Mozart'ın "Küçük Bir Gece Müziği" ile günü bitirmek harikaydı.

Dinlemek isterseniz: TIK


26 Nisan 2013 Cuma

KUMRU BELGESELİNDEN SON KARELER




Sabahın köründe alt katta tadilat yapılan dairenin ustalarından birinin zili zırlatmasıyla kelimenin tam anlamıyla sıçradım uykudan. Bodrumun anahtarını soruyor, yanlış adres tabii ki. Yöneticiye yönlendirip bir süre ayılmaya çalıştım. Çevreyi normal renkleri ve düzeniyle görmeye başladıktan sonra da her gün yaptığım gibi balkona kuşlara bakmaya çıktım. Aa o da ne? Kuşun biri yok. Heryeri aradım, sağa sola baktım acaba düştü mü diye. Sonra ne göreyim, bizim Yağmur uçmuş yuvadan, elektrik telinde seyrana çıkmış. Biraz sonra annesi geldi yanına ve fotoğraflarda gördüğünüz gibi gagadan gagaya besin nakli yaptı. O besinler tabii ki yine şirketten. Bizim hizmet beş yıldızlı, tam pansiyon. Her gün balkon demirinin altından dışarıya doğru uzattığım plastik bir faraşa yaklaşık 2 dilim ekmek ufalıyorum ıslatarak, 10 dakikada tamanını yiyip bitiriyorlar. Japon balığından farkları yok, nerelerine yiyorlar anlamadım. Türkan anasıyla yemek ve muhabbet halindeyken Kara Murat yuvada büzülmüş oturuyordu. Sanırım hasta, gözleri kapalı titreyip durur. Çok yanaşamıyorum zira yuvada hafiften kuş biti alametleri başlamış. Beklemedeyim ya uçacak ya kuş cennetine yol alacak. Hangisi gerçekleşecekse bir an önce olsa iyi olacak, zira yuvayı derdest edip çöpe atacağım ve mıntıkayı da ilaca bulayacağım. Yeni bir yavru çıkarma macerasına kadar doğumhane dezenfekte edilecek ama bu işten kaçış yok, hizmet vermeye devam edeceğiz belli ki.

Haydi ben kaçtım, fotoğrafların üstünü tıklayın ki büyüsün, bu güzelleri daha yakından görün...


23 Nisan 2013 Salı

23 NİSAN KUUTLUU OOLSUUN!..



Tüm çocukların ve ruhu hâlâ çocuk kalanların bayramını kutluyorum...
Başkentin ilkokullarından birinde bitirdim ilköğrenimimi, dolayısıyla küçük bir şehirdeki kadar şansım yoktu, hiçbir 23 Nisan'da geçit törenine katılamadım. Oysa nasıl isterdim stadyumun yürüyüş pistinde havalı havalı yürümek, şeref tribününün önünden geçerken kafaları protokole doğru çevirip "hehe Cumhurbaşkanı bana bakıyor yav" diye sevinmek. Sahi kimdi ki biz ilkokuldayken Cumhurbaşkanı-şimdi Google'dan baktım, Cemal Gürsel ve Cevdet Sunay imiş-bayağı eskimişiz yav:) Üstelik sadece 23 Nisan değil takla bile atamayan kütük esnekliğindeki bedenim nedeniyle 19 Mayıs törenlerine bile dahil olamadım, kadere bak. Bütün numaram bir 10 Kasım günü mikrofondan şiir okumak ve Türkiye'nin ilk trafik parkı bizim ilkokulun bahçesinde açıldığı için açılış töreninde yaya görevini üstlenmekten ibaret kaldı. Oysa 1. sınıftayken ev sahibimizin kızı Ayşe'nin 23 Nisan'da giyeceği gelincik kostümü için yapma çiçek aramaya giderken onun kadar heyecanlanmıştım. Ayşe de genç yaşta çekip gitti ya bu dünyadan, mekânı Cennet olsun, birkaç yıl evvel oturduğumuz evi aramaya çıkmıştım da fotoğraf çekerken pencereden annesi görmüş, beni vergi memuru sanıp korkmuştu. Kim olduğumu söyleyince koşarak bahçeye inmişti, Ayşe'yi ve annemi anıp birbirimize çaktırmadan ağlaşmıştık. Bir de bizim sınıfta bol miktarda yavrukurt vardı. Ne öğrenirlerse sınıfta uygulamasını yaparak bize öğretir, her bayrama da gedikli olarak katılırlardı. Kıskanırdım vallah:) Abuk sabuk sözleri olan bir yavrukurt şarkısını sınıfcak bellemiştik:

"Kingan gulu gulu vassi
Kingan guuu, kingan guuu
Eeelaaa, ela seeela, ela seela eelaa ooo
Polivoli polivoli polivoli
Gumpak gumpak gumpak heyy!"

Aman yarabbim neydi bu?
Aynı müzikle "Sabahları erken kalkar yavrukurt" diye başlayan şarkıyı da öğrenmiştik esasen ama bu neceydi acep?  3. dizedeki "ela, ela sela" sözcükleri Elenik çağrışımlar yaptırmakta Allah muhafaza :) He işte, yavrukurt bile olamadım anlayacağınız, sıradan, düz, siyah önlüklü bir "Çalıkuşu" olarak bitirdim ilkokulu. Allahtan Firdevs öğretmenim beni pek severdi-nur içinde yatsın-adımı o takmıştı "Çalıkuşu" diye, bir an yerimde duramadığımdandır zahir. Neyse işte, diyeceğim içimde uktedir, şimdi bizler için bir tören yapsalar da uğur böcüü kostümü giyip yürüsem ya da bandonun tamburmajörü olsam. Aslında en uygunu "leylak kız" kıyafeti olurdu ama tren kaçtı artık :)

23 Nisan'ın benim için başka bir anlamı daha vardır. Kızkardeşimin dünyaya geldiği gündür ki, bir diğer bayram sebebidir. İyi ki doğdun kardeşim, arkadaşım, büyük çocuğum. Sağlıkla ve huzurla yaşa...

19 Nisan 2013 Cuma

RAPOR


 -Hava yağışlı, nemli ve serin. O derece ki klima çalıştırdım bir süre. Gökyüzü gri ve sevimsiz, içim açılsın diye gidip gelip çiçeklere bakıyorum. Üstelik bugün 23 Nisan nedeniyle çeşitli ülkelerden gelen çocukların korteji ve gösterileri vardı açık havada, ne yaparlar bilmem.
-Belimin tutulması geçmedi, nefes alırken bile zorlanıyorum, yün bir kuşak sarınıp ilaç içerek oturuyorum.
-"İnşallah" isimli Fransa-Kanada yapımı Filistin'de geçen bir film izledim, etkileyici.
-"Salı Kadınları"nı okuyorum, şimdilik sıradan bir best-seller kıvamında. İlerleyen sayfalarda ne olur bilemem.
-Facebook'da olmasa da tablet aracılığıyla "Candy Crush Saga" illetine tutuldum, patır patır şeker patlatıyorum :)
-Gidip gelip kuzukulağı yiyorum, yakında melemeye başlarım herhalde. 
-Temizlik yapmam lazım ama bu bel ağrısıyla mümkünü yok.



-Kumrular bir haftalık oldu, artık uzun süreli yalnız bırakabiliyor anneleri. Sadece beslemeye geliyor, bir de geceleri üşümesinler diye kanatlarının altına alıyor. Hâlâ çirkinler, hatta daha çirkinler. Gövdelerine kıyasla upuzun bir gagaları ve kaktüs dikeni gibi tüyleri var.
-Raporumu sunduğuma göre gidebilirim. Hafta sonunuz keyifle geçsin...

18 Nisan 2013 Perşembe

FÜRUZAN'LA BAŞBAŞA

 

Nasıl ani bir hareket yaptım da bu hale getirdim bilmiyorum ama fena halde tutulmuş bir bele sahibim şu anda. Alıştığım biçimden bir santim oynasam cereyan çarpmış gibi oluyorum. Bu halde dışarı çıkamayınca ıhlaya-tıslaya birkaç kitaplık rafı düzenlemesi yaptım. Farklı raflara -yayınevi nedeniyle-serpiştirilmiş Füruzan'larımı bir araya topladım ilk olarak. İyice eskimiş, en az otuz yıllık ilk baskıları sevip okşadım. Aynı kitapların farklı baskılarını yanyana koydum. "Kırkyedililer"e bakıp hüzünlendim.  YKY'den çıkan "Toplu Öyküler"i başucuma yerleştirdim. İlk göz ağrım "Parasız Yatılı"nın iç sayfasındaki imzalı ithafı tekrar okudum. "Edirne'nin Köprüleri"nin olduğu sayfayı açıp "Hala Adile"ye bir selam yolladım. "Sevda Dolu Bir Yaz"ı okuduğum, ruhen ve bedenen dibe vurduğum o tatsız yazı hatırladım. İkinci kez okumak istediğimde aynı baskıyı elime almaya çekinerek yeniden edindiğim ikinci baskıya gülümsedim. Ve sonra "Sesli Edebiyat" sitesini açarak Sema Aybars ve Mazlum Kiper'in sesinden "Taşralı" öyküsünü tekrar dinledim. Son cümle:
"Hemen bir kekik kokusu uydurdum uzaktan gelen. Sonra da ağlayacağım."

Not: "Sesli Edebiyat Eserleri" sitesinde ünlü öykücülerin eserlerinden örnekler tiyatro sanatçılarının sesinden son derece güzel seslendirilmiş. İlginizi çekerse linki: http://archive.org/details/SesliEdebiyatEserleri

15 Nisan 2013 Pazartesi

GÖRMEMİŞİN LEYLAĞI OLMUŞ


Sonunda...
Artık benim evin vazoları da leylak yüzü gördü. Henüz tam açamamış olsalar da tomurcuğunu veren Allah çiçeğini de verir elbet :) Dün bahçeden gelen eşim koca bir poşet dolusu leylak getirdi, bendeki sevinci tahmin edersiniz. Öyle ki bu sabah ne deli gibi indiren yağmuru, ne ardından gelen doluyu, ne kapkaranlık gökyüzünü, ne şimşekleri gördü gözüm, ne güm güm gürleyen gökgürültüsünü duydu kulağım. O vazodan o vazoya hopladım ben...


Her odada leylak dolu bir vazo, bardak, sürahi. Tadını çıkarıyorum, bir daha zor elime geçer çünkü.



Ve leylağın rengini isim olarak alan ama ona yakışmayacak kadar hüzünlü olan bir kitap okuyorum: Eren Aysan'ın babası Behçet Aysan için hazırladığı "Bir Eflatun Ölüm"ü. 

"Giderken kazağını unutma sakın
Ölüler de üşür, ölüler de
Son konuşmamız bu
Güz geldi, düştü yaprak..."

"kozalak yaktım ben de
sessizlikte-
ömrümün kozalaklarını
küllere sıvanmış
baştan başa dolaşıp
ağrıyan ormanı.

yağmur dindi sevgilim bak dinle
her şey dindi, acıysa dinmemiş halde."

14 Nisan 2013 Pazar

PAPATYA


Narın morlaştığı yerdeyiz yine
Aynı kutsal mavinin yüreğindeyiz
Sevdanın zor kaçaklığına karşı
Yeşeren bir dal
Ve kırılan bir zincir sevincindeyiz

Sen yine sonsuz düşlerinde suların
Her şafak vakti
Bin sabahı birden sunuyorsun
Saçının her telinde bir nehirle
O şiir dünyasını yeniden kuruyorsun

Tanrılar rengarenk açmış bu kez
Apollon bir papatya beyazı sanki
Zeus taze bir gelincik kızılı
Bütün tapınaklarda aynı özlem
Bütün sütunlarda aşk yazılı
Posedion yine masmavi bir öfke
Suların göğsüne tığlarla kazılı 

..................

Adnan YÜCEL


Bu ilkbahar gününde Pazar'ınız şiir kadar güzel olsun... 

Bu şarkı da bonusu : Papatya


11 Nisan 2013 Perşembe

MÜJDELER OLSUN


Efendim, bugün öğle saatlerinde 2 torunumuz dünyaya merhaba dediler. Türkan ve Cüneyt'in yavruları oldukları için isimlerini Yağmur ve Kara Murat koyduk. Daha doğrusu Dede Korkut'u çağırdık, boy boylayıp soy soylayıp o koydu. Bizde herşey usulüne uygun yapılır, dişleri çıksın Pie Kurabiye teyzeleri Petek-artık kurabiye yapmıyor olsa da-diş kurabiyelerini yapıp gönderir herhalde. Nalan'ın Evi teyzemizden de şu adını bilmediğim taşıma çantalarından ve mama önlüğü bekliyoruz. Türkan'a çeyrek altın, yavrulara maşallah takmak isterseniz hayır demeyiz :) Lohusa ziyaretlerini öğleden sonra kabul ediyoruz, bademli-tarçınlı lohusa şerbetimizden ikram edeceğiz ziyaretçilerimize. Zile basmayın lütfen yavrular uyanmasın. Şimdi müsaadenizle ben gidip Türkan'a bir bakayım ağrısı, sızısı var mı? Pek mutluyum pek, darısı başınıza...

10 Nisan 2013 Çarşamba

SERGİLER, HÜZÜNLER, BULUTLAR, ÇAYLARRRR!..


Antalya'ya bahar geldi artık. Kimi zaman ince bir cekete ihtiyaç duyulsa da yakında sıcaktan şikayete başlarız. Şu sıra her gün ayrı bir bulut şölenine tanıklık etmekteyiz. Portakal çiçeği kokularına devam ama onlar da yavaş yavaş dökülmeye yüz tutmaktalar, yerlerini mor salkımlara bıraktılar ve iyice coşan erguvanlara.

Dün akşama doğru "Fikret Otyam Sanat Galerisi"nde sezonun üçüncü sergisi açıldı: "Hüseyin Zeray Resim Sergisi". Asıl mesleği hekimlik olan sanatçının daha önce de açtığı ve katıldığı sergiler, çoğunlukla Anadolu'yu ve Anadolu kadınnı konu alan pek çok çalışması var. Serginin açılışını Fikret Otyam yaptı.


Sağlık sorunları olan ve yapılması gereken kan naklini erteleyerek açılışa gelen Fikret Otyam'ın hayata bakışı, heyecanı ve gülen yüzü onu tekerlekli sandalyede görmekten dolayı oluşan hüznümüzü dağıttı. İlk gençlik yıllarımda kitaplarını ve gazete yazılarını büyük bir zevkle okuduğum, Alman Kültür Derneği sergi salonunda ilk kez resimlerini gördüğümde duyduğum heyecanın, herbir resmin önünde dakikalarca durmama neden olan hayranlığın kaynağı o dinç ve dinamik insanın yaşamın doğal süreci olsa da yaşlanmış ve güçten düşmüş olmasına yüreğim dayanmıyor. Kültürel oluşum sürecimize katkıda bulunan insanlar ebediyen varolsun ve dinç kalsın istiyor sanırım gönlümüz.


İçimizden uzun ve sağlıklı bir ömür dileyip peşine takıldık Usta'nın ve sergiyi dolaşmaya başladık. Yağlıboya ve pastel çalışmalardan oluşan tablolardan birkaçını da sizler için görüntüledim pek değerli takipcilerim, ben sizler için varım :)





 

Sergi çıkışında en üst fotoğraftaki manzaraya bakan bir mekânda çaylarımızı da içerek günü sonlandırdık. Başka bir etkinlikte görüşmek üzere efendim...


9 Nisan 2013 Salı

DERTLİYİM ULEYN!..


Böyle de dertler var Allah muhafaza, üst geçitlere dökersin içini. Biri hayrına yağlasın şu garibanı da açılsın kime açılacaksa :)


7 Nisan 2013 Pazar

BİR PAZAR BÖYLE GEÇER



Mıntıka temizliği bitti, iki parti çamaşır yıkayıp astım, yazmam gereken bir mektubu yazıp kargoya verilecek iki paketi hazırladım. Bir Pazar gününü itinayla ziyan ettikten sonra çayımı alıp kahvaltıdan bu yana birşey girmeyen midemi kızarmış ekmek üstü avokadolu dip sos ile ödüllendireceğim. Bir yandan da Nilüfer dinleyeceğim, özlemişim şarkılarını. İlkgençliğimden bu yana bir sürü albüm yapsa da benim için değişmez ve unutulmaz şarkısı Tanju Okan ve Modern Folk Üçlüsü ile birlikte çıkardığı 45'likteki "Kim Ayırdı Sevenleri"dir. Herşeyin daha temiz, daha masum, daha umutlu olduğu güzel günlerin şarkısıydı o, dinler misiniz:


6 Nisan 2013 Cumartesi

KUZUKULAKLI ANILAR


Leylaklar açmaya başlamış, tabii Antalya'da değil. Burada açmıyor bu meret, açamıyor. Birkaç cılız ağaç dışında görmedim zaten. Bu yukarıdaki kolajda yer alan fotoğrafları da sağolsun arkadaşlar yolladı, aslını bulamıyorsun bari fotoğrafıyla avun dediler. Hani sizin yakınlarınızda da varsa leylak ağaçları yolladığınız fotoğraflar itinayla muhafaza edilir :)

Geçen gün pazarda kuzukulağı buldum, bir demetçik ve az evvel başka bazı malzemelerle karıştırıp yarısını salata yaptım. Kalan yarısını da çocukluğumu düşleyerek yedim. Herbir yaprağın mayhoş rayihası ağzımda dağıldıkça ilkokul yolumun üstündeki iki katlı evin çitlerinden yolduğumuz kuzukulaklarını hatırladım. O eve kadar hızla seyreden adımlarım kuzukulaklı çite yaklaşırken yavaşlar, çitin önünde duraklar, aceleyle biraz yaprak toplayıp ağzıma tıkar, çiğneyerek yola devam ederdim. 5 yıl boyunca okul yolumun yarısına eşlik eden o tat bugün yine gelip beni buldu. Okula ulaşmak için tırmandığımız, aslında hafif bir rampa olan ama bize Himalaya Dağı gibi görünen yokuşu, hemen yanındaki Avrupa Pastanesi'nin prenses pastalarını, köşedeki mobilyacının bahçesindeki havuzun fıskiyesinde hoplayıp zıplayan pingpong toplarını, okulun önüne birikmiş seyyar satıcıları, karşıdaki köhne bakkal dükkanında satılan ve "zunkla şekeri" denen ama içeriğini bugün bile tam anlayamadığım şekerleri, leblebi tozlarını, beslenme saatinde zoraki içirilen sinek ilacı kokulu iğrenç sütleri, komik hademenin "uçuyor bunlar, kaçıyor bunlar" diyerek dağıttığı ördek şeklindeki açmaları, Atatürk'e ikiz kardeşi gibi benzeyen müdürü, sevgili Firdevs öğretmenimi  hatırlayıverdim. Hafıza bir garip kutu işte, hangi vesileyle nereden ne çıkacak belli olmuyor.


Cuma akşamı 160 kişilik 4 farklı korodan "Carmina Burana" kantatını dinledik Antalya Senfoni Orkestrası eşliğinde. Tek kelimeyle şahaneydi. Keşke içeri girip çıkan insanlar, yüksek sesle konuşan küçük çocuklar, icra sırasında yerli-yersiz alkışlar, arada bir sesi duyulan telefonlar da olmasaydı da dikkatimizi daha yoğunlaştırabilseydik. Her şeye rağmen kulaklarımızın pası silindi, devamını diliyor, Pazarınız güzel geçsin diyorum...

5 Nisan 2013 Cuma

BAHAR TURLARINA DEVAM

"Hafta başından beri neredesin?" derseniz bu aralar işim gücüm ot-çöp. Uzun yürüyüşler yapıyorum, havayı kokluyorum-ki basbayağı parfüm kokuyor-çiçeği, çimeni, ağacı seviyorum, kısacası baharın tadını çıkarıyorum. Bıktınız mı bilemem ama ekleyeceğim fotoğraflar yine doğadan olacak. Sokakta bahar incelemeleri yapmadığım zamanlarda da okuyorum. "Minare Gölgesi" bir solukta bitti ve gerçekleri anlatan masalsı üslubunu pek sevdim. Şimdi elimde Alev Alatlı'nın "Or'da Kimse Var mı?" serisinin uzun bir aradan sonra yeni çıkan 5. kitabı var: "Beyaz Türkler Küstüler". Bu akşam da "Antalya 5. Koro Festivali" kapsamında düzenlenen "Carmina Burana" konserine gideceğim. Hayli görkemli olacağa benzer, Antalya Senfoni Orkestrası, çeşitli ülkelerden gelmiş korolara eşlik edecek. Konser öncesi aklımdan geçense Nar Cafe'de denize ve Bey dağlarına karşı bir kahve içmek. Şimdi yine doğaya dönelim:

 

Bakmalara doyamadığım bu manzara Falezler'den Konyaaltı Plajlar'ına ve Bey Dağları'na doğru.  Günün her saatinde ayrı güzel, sarı papatyalar da açmış ki gözler bayram etsin.


Erguvanlar tam kıvamında


Ve mor salkımlar da, mis gibi kokuyorlar. Bahçesinde ya da balkonunda mor salkım olan bir evde yaşamak isterdim doğrusu.


Yol kenarları, refüjler, kaldırımlar lale dolu bu yıl. Yavaş yavaş sönmeye yüz tutmaktalar. 


Ve bunlar, çekirdek kabuğu sanmayın sakın. Yere düşen limon, portakal, turunç çiçekleri. Antalya bu mevsim narenciye parfümüne bulanmış durumda.

Hepinize gönlünüzce bir hafta sonu dilerim...

1 Nisan 2013 Pazartesi

HAFTA SONU BÖYLE GEÇTİ


Cumartesi günü baktık hava güzel, uzun bir yürüyüş yapmaya karar verdik. Parkın kapısından girer girmez bizi sarı saçlarını sarkıtmış bu Rapunzel'ler karşıladı. Bir yağmurluk ömürleri olan Kıbrıslı güzelliklerin altında epeyce oyalandım, ayrılırken sarı bir pudraya bulanmış gibiydim ama olsun varsın, Kıbrıs akasyalarının ponponlarına dayanmak ne mümkün, tıklayıp büyütün de bakın inanmazsanız:)

 

Sonra aralarında birkaç eski dostun da bulunduğu (dikkatli bakarsanız iki fişgeneyi seçersiniz) mine çiçekleri açmış otlara basarak çay bahçesine geçtik.

 

Çay bahçesi salaş ama koku muhteşemdi. Dört bir yan narenciye ağaçlarıyla sarılı olunca çayımız turunç çiçeği aromalı oldu. Hırsızlama birkaç dal da şimdi vazonun içinde bana sunuyor parfümünü. 


Sarı papatyalar da açtığına göre bahar resmen gelmiş demektir. Ortalık yeşile ve sarıya kesmişti, silkelenip tüm kış grilerini attım üstümden. 

 

Sonra da bir başka cafeye kurulup manzaraya karşı höpürdettik kahveleri. İçtiğim en lezzetli kahvelerden biri olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim.

Cumartesi uzun yürüyüşle geçince menüsküslü dize es vermek gerekti, Pazar gününü evde film izleyerek geçirdim. Hem de 2 tane:


Ünlü yönetmen Alfred Hitchcock'un "Sapık" filminin çekim aşamalarını ve bu süreçte eşiyle ve çevresiyle yaşadığı sorunları konu alan bir film "Hitchcock". "Hitchcock"u canlandıran Anthony Hopkins'i beğenmedim nedense, Hitchcock'dan ziyade Demirel'e benzemişti hal ve tavırları. Karısı rolündeki Helen Mirren ise her zamanki gibi çok iyiydi, zaten O reklam filmi bile çevirse ben ağzım açık izlerim.


Ve bir Türk filmi ile kapanışı yaptık: "Lal Gece". Çocuk gelinleri konu alan bir filmdi ama hayli yumuşak bir anlatım tarzı benimsenmişti. Yaşlı damat rolünde İlyas Salman öyle iyi niyetli bir karakter canlandırıyordu ki neredeyse çocuk gelinden ziyade yaşlı damada acıyacaktım. Pek çok ödül almış, bazı bölümleri gözardı edersek izlenesi bir film, bilhassa İlyas Salman'ın oyunculuğu gerçekten çok başarılı idi.

Nisan ayına girerken hepinize güzel bir hafta diliyorum. Bahar gönlünüze şenlik getirsin.