Sayfalar

14 Eylül 2011 Çarşamba

İSTANBUL, İSTANBUL 5 (HALİÇ)

Geldik sondan bir evvelki güne; bugün Haliç turu yapıldı hep birlikte; ben, Lale ve dün Sultanahmet'te bana eşlik eden iki arkadaşımla birlikte koştura koştura gezip bir dolu mekan gördük. Sevgili arkadaşlarımdan birinin rehberliği ve girişimciliği, diğerinin çevresi sayesinde açılmayan kapılar açıldı bize. Zaten Lale'yi kızlarıyla ilgilenmesi için evde bıraksam eminim gün sonunda beni paspasın üstünde yatırırdı:)) Baştan söyleyim sonra kızmayın bana bu post da bol fotoğraflı olacak, zira hem merak edenler var, hem de her gittiğim yeri en azından bir fotoğrafla kayda geçirmek istiyorum burada.


Gezimizi Haliç kıyısında bir cafede kahve içerek başlatmak istedik ama kahve servisleri olmadığını söyleyince yutkunmakla yetinip Cibali, Ayakapı'daki Aya Nikola Kilisesi'ne yollandık. Kilise kapalıydı ama ricamızı kırmayıp içeri aldılar bizi.


Denizcilerin ve balıkçıların koruyucusu Aya Nikola adına inşa edilmiş olan kilise kapısının hemen üstünde bu özelliği yansıtan kristallerle süslü bir gemi maketi var. Cemaatin azlığı nedeniyle sadece yortularda ayin yapıldığını da öğrendik görevlilerden. 


Fatih Sultan Mehmet'in sekbanbaşı olan Abdurrahman Ağa'nın mezarının bulunduğu Ayakapı'nın yanından geçerek Gül Camii'ne doğru yol aldık.


Aya Teodosya isimli eski bir kilise olan Gül Camii hayli görkemli bir yapı. Fetihten bir önceki güne denk gelen Aziz Teodosya yortusu nedeniyle güllerle süslenen kiliseye ertesi gün giren Fatih'in askerleri bu nedenle ismini Gül Camiine çevirmişler. Camiin üstündeki kitabeye göre ise bu isim camii içine defnedilmiş Gül Baba isimli bir ermişten gelmekte imiş. Bu görkemli tuğla yapıdan sizin için bir pencere ve içine sıkışmış tombul güvercini eklemeyi uygun gördüm:)


Mahallenin yavru kedisi, alenî poz verdi, hiç nazlanmadı. Büyüyünce fotomodel olmaya niyetli olduğunu düşünüyorum.

Sırada Fener Rum Patrikhanesi var. Kapıdaki görevliye gezip gezemeyeceğimizi sorduğumuzda aldığımız cevap şu oldu: "Tabii ki gezebilirsiniz, kişi başı 50 euro." Şaşkınlıkla açılmış ağızlarımız ve ona eşlik eden gözlerimizle 50 euronun Türk parası karşılığını kafadan hesap etmeye çalışırken arkadaşım "Şaka yapıyorsunuz" dedi, görevli gülerek "Şaka yapıyorum" diye karşılık verdi ve hep birlikte gülüşerek daldık içeri. İçeri girilmesinin yasak olduğu ahşap kaplı Patrikhane binası 1940'lı yıllardan kalma imiş, yan avludaki Patrikhane kilisesi  olarak kullanılan Aya Yorgi Kilisesi'ne ise ziyaret serbest.


Kilisenin içinde değerli ve önemli birtakım eşyalar var. Sedef kakmalı patrik koltuğu, altın yaldızlı Meryem Ana tablosu, değerli ikonalar, çarmıha gerilmeden önce İsa'nın bağlandığı sütun ve üç önemli azizin lahdi bunlar arasında. Patrikhanenin ana giriş kapısı 1821'de Türkiye aleyhine faaliyette bulunduğu iddiasıyla o zamanki Patriğin o kapıda asılarak öldürülmesi nedeniyle kapatılmış ve bir daha hiç açılmamış, girişler yan kapılardan yapılıyor.


Kilise ve Patrikhane ziyaretini bitirince Fener Rum Lisesi'ne doğru yola koyulduk ama fazla gidemeden köşebaşında rastladığımız küçük kahvehane ve simitçi kısa bir mola vermemize neden oldu. Centilmen simitçimiz simitleri kağıtlara sarıp teker teker takdim etmekle kalmadı çektiğimiz her fotoğraf karesinin içinde özel olarak verdiği pozlarla yer aldı:)


Çaylar kahvehaneden geldi ve sokak ortasına rastgele serpiştirilmiş sandalye ve koltuklara yerleşip keyifle yedik içtik.


Kahvehanenin karşısında keşfettiğim bu küçük cam atölyesi hem güzelliğiyle, hem de satıştaki özel yapım camlarıyla cezbetti beni, iki adet minik cam nar vitrinden çantama transfer oldu. 


Çay-simit şöleninin ardından istikamet Fener Rum Lisesi diyerek kalktık. Centilmen simitçimiz bize kolay yolu tarif etti, şu şekilde: "Hordan gitmen burdan gidin, hordan gideeesenüz şaşutdurusunuz, burdan gideeesenüz şaşutdumazsunuz."


İncir kokulu, hayli çok basamaklı bir merdivenden çıkarak 22 yıl İstanbul'da ikamet etmiş ve müzik dünyasına önemli eserler kazandırmış Boğdan Beyi Dimitri Kantemir'in evini geride bıraktık. Yokuş bitince Kanlı Kilise ya da Moğolların Meryemi Kilisesi adıyla anılan yonca yaprağı formunda yapılmış kiliseyi gezdik Patrikhane'den aldığımız izine binaen. Bu kilisenin özelliği fetihten sonra camiye çevrilmeyen yegane kilise olması imiş, kiliseyi gezdiren görevli Fatih'in bununla ilgili olarak yazdırdığı fermanın aslının Patrikhane'de saklanmakta olduğunu söyledi.




Ne kadar yıpranmış ve harap olsada Fener-Balat, binaların renkleri, mimari özellikleri, çocukların cıvıltısı ve sokak isimlerinin güzelliği (Atgeçmez Sokağı gibi) ile kendine özgü bir hava solutuyor ziyaretçilere. Şu yukarıdakilerin güzelliğine bakar mısınız:))



Onca merdiven, onca yokuştan sonra karşımızda gördüğümüz görkemli güzellik tüm yorgunluğumuzu unutturuyor. İhtişamı yüzünden çoğu kişinin Patrikhane sandığı Fener Rum Lisesi'nin etrafında bir tur atıyoruz ve sonra içeriye kabul edilme şansını yakalıyoruz. İçerisi de en az dışarısı kadar görkemli. Bir masal şatosunu andıran yapı 1881 yılında mimar Dimatis tarafından yapılmış ve ilk laik okul olma özelliği taşıyor. Önceleri erkek lisesi olarak hizmet verirken sonra karma hale getirilmiş ve şu anda yalnızca 50 civarında öğrencisi var.


Fener Rum Lisesi'nin görkeminden ve indiğimiz yokuşun dikliğinden yorgun ilerlerken karşımıza bir başka tanıdık çıkıyor. Şu anda cephesi soyulmuş tadilatta olan bu köşe bina "İncir Reçeli" filminden hafızamızda kalmış.


Sırada Ayvansaray'daki Vlaherna Meryem Ana Ayazma Kilisesi var. Yeşil ağaçların gölgesinde huzur veren bir bahçeye giriyoruz ve karşımıza haç şeklindeki penceresiyle dikkat çeken sade bir kilise çıkıyor. Özelliği içinde şifalı bir su kaynağının olması.  Küçük şişelere bu sudan dolduruyor ve  kiliseden ayrılıyoruz.

Gezimize biraz da mağazinel boyut katmak için "Gönülçelen" dizisinin çekildiği sokaklara dalıyor, Kazasker İvaz Efendi Camii'ne bir göz atıyor ve restore edilmekte olan Anamas Zindanları'nın yanındaki küçük kahvede kahvelerimizi içip soluklanıyoruz.


Dönüş yolunda niyetimiz Haliç kıyısındaki Bulgar Kilisesi'ne ya da Demir Kilise'ye uğramak ama restorasyonda olduğunu görüyoruz, girmek için şansımızı deniyoruz ama bu defa yaver gitmiyor şansımız, "Yassah hemşerim" diyor kapıdaki görevli. Oysa dökme demirden parça parça Avusturya'da inşa edilip mavnalarla Karadeniz'e getirilen ve 1898'de şimdiki yerine monte edilen bu ilginç kilisenin içini çok görmek istiyordum. Ne yapalım vuslat bir dahaki bahara kaldı:)

Haliç gezisini bitirip Avrupa Yakasındaki arkadaşlarımla vedalaştıktan sonra Üsküdar'a geçtik. Ben Lale'den ayrılıp iki arkadaşımla buluşmak için Salacak'a yollandım. Gün bitip sular kararana kadar da aşağıdaki görüntüler sohbetimize eşlik etti. 




İstanbul, sen nasıl bir şehirsin. Son günde görüşmek üzere...

14 yorum:

  1. resimlere bayıldım doğrusu ellerinize sağlık

    YanıtlaSil
  2. İşte ben bu günü okumayı bekliyordum dört gözle. Bir yandan içim buruk, gelemedim, bir yandan keyifliyim bu yazıyla da elimde güzel, keyifli bir rota var. Gerçi büyük ihtimal Fener Rum Kilisesi'nin içine girmek mümkün olmaz biliyorum (ki ne muhteşem bir duygu olmuştur o) ama olsun, o ihtişamı dışardan görmek bile güzel. O uzaktan görünen, altında evlerin de göründüğü foto ne kadar muhteşem, hayran kaldım görünce. İstanbul güzel, çok güzel de, işte biraz içi seni, dışı beni yakar cinsinden:)

    YanıtlaSil
  3. Çok, çok güzel bir şehir :) Gezecek vakti olana tabii. Bayılırım ben de böyle sokak sokak gezmeye. Her gün gittiğim yerler bile seyahat gibi geliyor bana. Hem sizin, hem de Lale Hanım'ın gezme enerjisine, merakına, küçük keyiflerine hayranım. Merakla bekliyorum son günü. Aklımda benim çok sevdiğim bir rota var ama ??

    YanıtlaSil
  4. kıs bunların hepsini nasıl aklında tuttun:))
    Haliç Gezisi muhteşemdi... Ama ertesi günde muhteşemdi... Ya her günümüz birbirinden güzeldi... Neyse simitçi boşa poz vermemiş oldu, sen daha vefalı çıktın.

    YanıtlaSil
  5. Tebrik ediyorum sizleri.İstanbul'un en güzel yerlerini gezerek,fotoğraflarını çekerek ve bu güzel anlatımınızla bizleri de bilgilendirerek İstanbul'a ayrı bir değer kazandırmış oldunuz.İtiraf edeyim ki;Bunca yıllık İstanbul'lu olarak Haliç,Balat ve çevresindeki yerlerin birçoğunu henüz gezip göremedim.Yaz bitmeden ben de fotoğraf makinamı alarak gezerim inşallah.Fotoğraflara bayıldım.Tabii o güzel anlatımınıza da.Keşke İstanbul sizi hiçbir yere göndermese.Hep İstanbul'da kalsanız.Burada her zaman kapımızın size açık olduğunu unutmayın.

    YanıtlaSil
  6. Evet yaaa... Dünyanın en güzel şehri:))

    YanıtlaSil
  7. SÜPER BİR YAZI DİZİSİ :)

    YanıtlaSil
  8. İstanbul açmış size kollarını. Tabii Lale abla da eklenince buna :)

    YanıtlaSil
  9. resmen sizinle gezdim balat sokaklarını..simitçinin şivesi. çocukların masum bakışları, iki bina arası asılan el dokuma kilim ne güzel ayrıntılar yakalamışsın..içimi açtın teşekkür ederim.bu istanbul enerji hiç tükenmesin;)

    YanıtlaSil
  10. Fotograflar bir harika. Ancak basladim okumaya, simdi gidip 1. gunden baslayayim bari :)
    Bu arada siz gezerken bizde laleninbahcesinden bakip bakip ic gecirdik size :)

    YanıtlaSil
  11. bayıldım bayıldım fotoğraflar ne kadar güzel
    hele de kzı kulesi çok güzel gezmişsin arkadaşım
    süpersin

    YanıtlaSil
  12. O kız kulesinin fotoğrafları ne güzel çıkmış, geziniz çok güzel olmuş,hiç bitmesini istemiyorum. Gelmeseydin sen İstanbul'dan :)

    YanıtlaSil
  13. Benim adımladığım her yerde siz de dolaşmışsınız,bu kadar güzel bir İstanbul turu yaptığınız için sizi tebrik ediyorum:)
    Kırmızı kilise , Bulgar kilisesi ve diğer herşey muhteşem...
    Son Kız Kulesi fotoları da harika olmuş...
    Bir dolu hatıra ile dönmüşsünüz,anlat anlat bitmez İstanbul;))

    YanıtlaSil