Sayfalar

12 Mart 2010 Cuma

BİR YUVAYLA YENİDEN BULUŞMA

İki gün önce yine Yenimahalle'deydim, bu defa bir arkadaş ziyareti için, hem de 12 yılı aşkın oturduğumuz evin hemen yanıbaşında. O evde çok güzel komşuluklar, yakın dostluklar, eğlenceli beraberlikler, mutlu günler yaşayıp tadına doyulmaz anılar biriktirdim, o evde çocukluktan genç kızlığa geçtim. Hayatımda hep özel bir yeri olacaktır, zamanın acımasızlığına dayanamayıp bir müteahhit elinde can verene kadar da önünden her geçişte burnumun direğini sızlatmaya devam edecektir. Lakin bugün anlatmak istediğim bu ev değil.

Bundan birkaç yıl önce birdenbire yine Yenimahalle'de, hepi topu içinde 1 yıl yaşadığım bir başka evi bulmaya kalktım. Nedense anneannem o semtte oturduğu için sık sık gittiğimiz halde hiç aklıma gelmemişti ilkokula başladığım o kutu gibi evi bulmak. 6 yaşımın yaz bitiminde taşınmıştık oraya dün gibi aklımda. İlk kez anneannemle birlikte oturduğumuz evden ayrılıp çekirdek ailemizle ayrı bir yere göçecektik. Ben pek farkında değildim ama annem çok heyecanlıydı, kolay mı artık kendi evinin hanımı olacaktı. Subay olan dayımın ayarladığı bir askeri kamyonla taşımıştık eşyaları ve ağır tekerlekler evin önündeki şaplı betonu çatlatmıştı. Buna sinirlenen -sonradan iyi ahbap olacağımız- apartman komşu çocuklarından biri, 13-14 yaşlarındaki Tayyar büyüklere kafa tutmaya cesaret edemeyip elindeki elmayı kemirerek taşınma işini izleyen benden almıştı hırsını. Gözlerini kocaman açarak, el-kol hareketleriyle üstüme yürümüş ve "Betonumuzu çatlattınız salak!" diye bağırmıştı. Benim korkuyla sinip sessiz kalmamı bir çeşit başkaldırı olarak algılamış olmalı ki bu defa tavır değiştirip ağzını, burnunu tavşan gibi oynatarak elma yememi taklit etmişti. Bu tatsız olayla başlayıp gözümü korkutan taşınma işi çok geçmeden eve ve mahalleye alışmamla eğlenceli bir hal alacaktı. Apartmanın zemin katında arka cephede, ağaçlıklı bir bahçeye açılan küçük bir daire idi burası. O bahçe yeniden taşınıncaya kadar bütün oyunlarıma mekan olacaktı. Ön dairede oturan evsahibimizin yaşları bana yakın iki kızı vardı, onlar da en iyi arkadaşım olma sıfatını en kısa sürede kazanacaklardı. Lakin evsahibimiz Emine hanımla bir türlü yıldızımız barışmadı. Kara-kuru, cin bakışlı, hep yüksek perdeden konuşan, sabırsız, enerjik bir kadındı. Bir süre sonra hayatım boyunca unutamayacağım ve hep annemin başına kakacağım bir olayın kahramanı olacaktı. Annemle bir kabul gününe gitme öncesi hazırlanma telaşesindeydik, Emine hanım da bizdeydi. Annem bir yandan beni giydirmeye çalışıyor, bir yandan da Emine hanımla ordan burdan sohbet ediyordu. Bir süre sonra çekişmeye başladık, annem sevmediğim bir elbiseyi bana giydirmekte ısrar ediyor (aslında çok şık bir giysiydi itiraf edeyim, siyah-beyaz pötikareliydi ,eteğindeki iki pilenin içine kırmızı kumaş geçirilmiş ve siyah beyaz çiçekler işlenmişti, annem dikmiş ve çok özenmişti) bense giymeyeceğim diye mızmızlanıyordum. Aramızdaki tartışma giderek büyüdü ben atlet-külotla odadaki sehpanın etrafında koşarken annem de elinde elbiseyle beni yakalamaya çalışıyordu. Aslında bu çekişme falan değil düpedüz bir ana-kız cilveleşmesiydi, zira koştururken bir yandan da gülüyordum. Tam o sırada bacaklarımda ve kollarımda hissettiğim yanma benzeri bir acıyla irkildim, ne olduğunu anladığımdaysa şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Annemin dediğini yapmamama kızan Emine hanım terliği çekmiş, beni bir güzel pataklıyordu. Kısacası hayatımın ilk ve tek dayağını evsahibimizden yedim ve annem de buna ses etmedi. Yıllarca zavallı kadının başına kaktım bu olayı, hala da içimde bir yanım kırıktır, neden beni dövmesine izin verdi diye.

Bu olayın dışında hayatımın en güzel yıllarını yaşadım o kutu evde; yıllar boyu ne zaman düşünsem içim mutlulukla doldu. İşte o gün de gidip görmeyi kafama koydum. Uzun bir sokaktı evin bulunduğu sokak, iki cadde keserdi. Hatırladığımdan daha ileri bir yerinde buldum apartmanı, ne mutlu ki sağ ve sağlamdı. Üstüne bir ya da iki kat çıkılmış, boyanmış, yenilenmiş, hep gülhatmilerin açtığı ön bahçesi bizim çatlattığımız beton bölümü de içine alacak şekilde genişletilip parmaklıkla çevrilmişti. O kadar heyecanlandım ki, makinemi çıkardım ve evin fotoğrafını çekmeye başladım. 1-2 poz çekmiştim ki üst katın penceresi açıldı, dışarıya esmer bir kadın kafası uzandı ve yıllardır kulaklarımdan silinmeyen, sigaradan tarazlanmış bir ses seslendi bana: "Kimi aradın kızım?" Önce ne diyeceğimi bilemedim, sonra sordum: "Siz Emine hanım mısınız?" Şaşırdı, "Eveet, sen kimsin?" Annemin adını söyledim, kendimi tanıttım. Pencereyi kapattı ve az sonra şakur şukur terlik sesleriyle bahçe kapısına gelmişti bile. Kolumdan çekiştirerek içeri soktu beni ve üst katlardan birine seslenmeye başladı: "Hülyaaa, Hülyaaa" Az sonra balkona çıkan süslü kadın benim en has çocukluk arkadaşım, Emine hanımın kızı Hülya'ydı. Zaman makinesine binmiş gibi hissettim kendimi, ne yazık ki diğer kardeş, Hale genç yaşta ölmüştü. Emine hanımın ısrarlı davetini kabul etmedim işimi bahane ederek, ayaküstü sohbet ettik, annemin ölümüne pek üzüldü, beni elimde makine evi fotoğraflarken görünce vergi dairesinden geldiğimi zannederek korktuğunu söyleyip güldürdü. Sonunda dayanamadım, beni dövdüğünü hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Onun yerine kızı cevap verdi: "Annem kimleri dövmedi ki, erkek kardeşimi banyoya kilitler saatlerce aç bırakırdı." Bu cevap üstüne durumu iki terlik darbesiyle kurtardığıma şükredip beni çekiştirerek eski dairemize götüren Emine hanımı takip ettim. Kiracı evde olmadığı için içeri giremedik ama benim orman sandığım bahçe meğer içinde 3-5 uyuz ağaçla bir kuru asmanın yer aldığı ufacık bir yermiş, gördüm. Yine de çardağın altında oturan babamı, girişteki minicik mutfakta yemek hazırlayan annemi, elörgüsü gül desenli tüllerin bahçeye düşen gölgesini görür gibi oldum, radyodan dışarı taşan Zehra Eren'in tango söyleyen alto sesini duydum sanki. Vedalaşıp ayrılırken Emine hanımı affetmiştim, içimde anneme özlem, burnumun direğindeyse ince bir sızı vardı.

Not: Bu yazı yine kilometrelerce uzamış, eğer bu satırları okumaya kadar dayandıysanız sabrınızdan dolayı kutlamayı hakettiniz demektir.

17 yorum:

  1. Rica ederiz efendim, şu uzun kilometreleri sisizn sesinizden geliyormuşcasına okyunca bitiverdi hemen.

    YanıtlaSil
  2. Bayılıyorum anıları okumaya, siz de çok güzel yazıyorsunuz. Sanki ben de o an oradaymışım gibi oluyorum. Çocukluğumdaki bahçeleri hatırladım birden. Ben de bazılarını görünce çok şaşırmıştım. Çocukluğumuzda bize uçsuz bucaksız adeta orman gibi yerlerin aslında 2 karışlık bahçeler olduğunu görünce çocukken insanın (herhalde kendi ufaklığından ve çocukluğun o güzel hayal dünyasından dolayı) her şeyi devasa boyutlarda algıladığını düşünmüştüm.

    YanıtlaSil
  3. Canım dayanmak ne demek içer gibi okudum. Dönüp bir daha okuyabilirim. Nasıl duygulandım anlatamam. Emine Hn.la karşılaştığında heyecanlandım. İçeri girip vakit geçirmeni çok daha fazla sohbet etmeni sonrada bunları okumayı istedim. Anılar, gerçek yaşanmışlıklar, duygular nasıl da değerli.
    Ellerine sağlık Leylak' cım...

    YanıtlaSil
  4. okurken tüylerim diken diken oldu,gözlerim doldu.çok güzel, şiir gibi yazıyorsunuz. :)))

    YanıtlaSil
  5. Sevgili Leylak Dalı; öyle güzel yazmışsınız ki gözlerim dolu, kaybettiklerimin acısı ile içim sızladı.Paylaşmak böyle garip, böyle güzel birşey.Bahardan mı, özlemekten mi bilmiyorum bu duygu fırtınalrım. Ama ne iyi etmişimde gloğunuzu bulmuşum, ne güzel şeyler öğreniyorum sizden. Arpa çiçeğinin adının frezya olduğu gibi:)) Üstelik hayatımın 3 yılını koca bir serada geçirdim ve takıntımdır ağaçların, çiçeklerin latince isimleri.Yarında sergiye gidiyoruz Bilge'yle. Kendinize çok iyi bakın sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  6. O kilometreler nasıl geçti hiç anlamadım bile..
    Sanki bu kez yolu beraber katettik.
    İki yol önce bu özlem dolu arayışlarımı tamamlamak adına bir dönem oğlumu Mersin'de okuttum..Herşey yarım kalmış gibiydi,bitenler ve bitmeyenlerin yolculuğunu çok seviyorum
    hadi yüreğim ha gayret....
    anılarınıza sevgiyle

    YanıtlaSil
  7. Ankara'da yaşayan akrabaları ziyaret ettikçe, onlarla Yenimahalle'de bazı ziyaretlere gittiğimiz olurdu. Bir önceki yazıda fotoğrafını eklediğin evlere benzerleri gözümün öününe geliyor, benim de.
    Nasıl da anılara gönderivermiş seni, geçmişten gelen insanlar, evler...
    Çok hoş!

    YanıtlaSil
  8. ne sabrı,
    benim elim böğrümde kaldı. gidenlere rahmet dileyebildim sadece.

    YanıtlaSil
  9. Ben ne zaman çocukluğuma dair bir yerlere gitsem ya da biri ile karşılaşmak içimi nedense keder kaplıyor. Oysa çok mutlu bir çocukluktu benimkisi. Belki de insan geçen zamanla ancak böyle zamanlarda tüm çıplaklığıyla yüz yüze geliyordur. Kederin sebebi budur belki de...

    YanıtlaSil
  10. Benim çocukluğumda iki katlı bahçeli bir evde geçti.Çok samimi konşularımız vardı yazınızı okuyunca adeta o günlere gittim.ellerinize sağlık.

    YanıtlaSil
  11. Leylak Dalıcım, ben de ne zaman Ordu^ya gitsem anılarımı kovalıyorum senin gibi...

    Anneciğine Tanrıdan rahmet diliyorum.

    Çook öptüm seni

    YanıtlaSil
  12. Leylakcığım gözyaşlarıma engel olamadım.Keşke biraz daha yazsaydın,doyamadım. Sevgilerimle.

    YanıtlaSil
  13. İsterdim ki bir o kadar ve hatta daha çok km.ler olsun.Senle bende gidiyorum, yakalamaya çalışıyorum çocukluğumu. Benzer yanları çok duygulandırıyor, gerçi ben o evleri çoktan kaptırdım beton binalara pötikareli ve kırmızı biyeli elbisemi hatırladım, bir asma, birkaç ağaç.
    Sağolasın Leylak'cım çok güzel bir yazı.
    SEvgiler...

    YanıtlaSil
  14. Şuan tüylerim diken diken oldu, binlerce iğneymişcesine batıyor. Gözlerim yaşardı. Roman okur gibiydim bir yandan da. Bugün zaten ne dolgumu ne yapacağımı bilmez bir haldeyim. Tuhaf oldum iyice...

    YanıtlaSil
  15. "Ne dolgumu" yazmışım az önceki yorumumda, "ne oldugumu" olacak o.

    YanıtlaSil
  16. Sevgili Kiraz,
    Bugün benim bütün arşivimi okuyacaksınız galiba. Sağolun, beni mutlu ediyorsunuz. Sizin okurken hissettiklerinizi o evi tekrar gördüğümde ben de hissetmiştim. Hayat geçip gidiyor işte, geriye anılar kalıyor...

    YanıtlaSil
  17. Aslına bakarsanız, bütün blogunu okumak gibi bir niyetim yoktu :) Leylak görünce bir blogda, atlayıp geldim buraya. Sonra yazıalrınız sürükledi beni. Şuan 2009 Aralıktayım :)

    YanıtlaSil