Sayfalar

21 Ağustos 2009 Cuma

RAMAZAN


Zaman ne kadar çabuk geçiyor, dünya dönüşünü mü hızlandırdı, biz mi yaşlandık bilemiyorum ama sanki daha bir-iki ay önce oğluma haftada bir güllaç yapıyordum. Bizim için Ramazanın en tipik belirtisi market raflarında envai çeşidi satışa sunulan güllaçlardır. Evde sık sık yaparım, yapma fırsatım olmadıysa da değişik pastanelerden satın alıp lezzet testi yaparım. Başlarız yakında imalata.

Öncelikle Ramazan'ın tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Umarım insanlar bu bir ay boyunca yalnızca midelerini değil ruhlarını da terbiye etmeyi başarırlar.

Epey bir zamandır eski Ramazanları özlüyorum; bu kaybettiğim yakınlarımı, anneannemi, annemi, bir şekilde hayatıma karışıp sonra kanatlanıp gitmiş insanları özlemek gibi birşey. Çocukluğumu, herkesin daha kalender, daha kanaatkar, daha hırstan arınmış olduğu günleri özlemek gibi birşey. Yaşadığım eski semtleri, eski evleri, eski eşyaları özlemek gibi birşey.

Annemin Ramazan ayına has spesiyali “Sucuk İçi Köfte” idi. Sahura kalkmak, gece yarısı yemek yemek çok zor gelirdi anneme. Canı kahvaltı dışında bir şey çekmezdi. Sürekli kahvaltıdan bıktığı için değişiklik olsun diye Sucuk İçi Köfte yapardı sık sık. Lezzetli olmasına lezzetli olurdu da, içindeki sarmısak ve tuz ertesi gün insanı fena halde susatırdı. Buna rağmen vazgeçilmezdi annem için, günaşırı, kimi zaman her gece pişirirdi. Gece yarısı mutfaktan gelen sarmısaklı kokuyla uyanır, yarı uyur yarı uyanık yüzümüze su çarpar, bir an önce yesek de yatsak duygusuyla önümüze konanları didikler dururduk. Severdim ramazanları, iftar zamanı evde yaşanan telaş, radyodan yükselen Kur’an sesi, ahlaki ve dinsel temalı sohbetler, tok bir sesin her akşam yinelediği Yunus Emre dizeleri:

“Ben gelmedim dava için

Benim işim senin için

Gönüller dost eli için

Gönüller yapmaya geldim."


Derken spiker: “Ankara için iftar saatini veriyoruz.” derdi. Ezan sesiyle pencereye koşar ve anneannemin deyimiyle tespih çeksin diye yarım saat önceden hazırlanmış sofranın başında bekleyenlerin erken davranmaması için camiin şerefelerindeki ışıkların yanıp yanmadığına bakardım. Bizimkiler ellerini zeytin tanesine ya da çorba kâsesine uzatırken aynı tok ses tekrar duyulurdu: “Tanrım, sana sundum elim, sensin kerîm, sensin rahîm. Senin verdiğin rızkla orucumu tuttum, senin rızkın ile orucumu açtım. Hamdolsun verdiğin nimetlere, sağlık ve afiyete. Ey bağışlaması bol Rabbim, beni, ailemi, milletimi, inananları koru, rahmetini ve bereketini esirgeme üstümüzden, senin her şeye gücün yeter. Âmin.”

Anneannem çorbasını bitirir bitirmez sofradan kalkar, akşam namazına dururdu. Babamın, “Ana, gel, namaz kaçmıyor, sofrayı bekletme” seslenmelerine duayı yüksek sesle okuyarak, “Sen karışma” demeye getirir, seccadesini toparlayınca da kaldığı yerden yemeğine devam ederdi. Kimi zaman çok acıktıysa ya da dalgınlığına gelmişse ezan okunmadan orucunu açıverirdi, hatasını fark edince de kızarır, “Ni’diyim anam, Kâbe’de ezan okunmuştur nasıl olsa” diyerek kendini savunurdu.


4 blokluk bir sitede oturuyorduk. Ortadaki blok diğerlerinin gri rengine karşılık ayrıksı bir sarı renkteydi, "Sarı Blok" tu o herkes için, diğerleri gibi A, C, D harfleriyle anılmazdı. Ramazan gelince "Sarı Blok"un yöneticisi bodrum kattaki kocaman kömürlüğü temizletir, zemini kilimlerle kaplatır ve "Teravih Namazı Mekânı" olarak sitenin ortak kullanımına sunardı. İftar sonrası seccadesini kapan yorulmadan, evlerinin yakınındaki geçici namaz yerine teravih kılmaya giderdi. Şimdi düşününce ne kadar takdire şayan bir davranış olduğunu anlıyorum bunun. Kimse kimsenin inancından şüpheye düşmezdi o zamanlar, ne namaza gelmeyen eleştirilirdi, ne camiden çıkmayan. Komşuluk ve dayanışmaydı esas olan.


Artık ne o komşuluklar kaldı ne de eski Ramazanların tadı. Herşey giderek yozlaşıp kirleniyor. Bu yüzden davulcular hala çalsın istiyorum sahurda, uykumu bölse de. Oruç tutamasam bile iftar davetleri vermek, iftar davetlerine gitmek istiyorum. Güllaçlar hazırlamak, hurmalar almak, annemin yaptıklarının tadını tutturamasam da sucukiçi köfteler pişirmek istiyorum. Çocukluğumdaki gibi arife oruçları tutmak, babama nazlanıp pastalar, çikolatalar, muzlar yemek istiyorum iftarda. Ne kadarını gerçekleştirebilirim bilmiyorum ama bozulmamış, yozlaşmamış değerler kuşaktan kuşağa geçsin istiyorum pek umudum olmasa da.


En iyisi yarın güllaç yapayım ben...


Fotoğraf: Sultanahmet Camii 2006

Not: Bu postun yazı tipi ve boyutunda bir gariplik oluştu, düzeltemedim, idare edin artık.

9 yorum:

  1. merhabalar,leylakcım çocukluk ve gençlik yıllarındaki yaşadığın ramazan anıların benide çok uzaklara alıp götürdü,demekki yaş kemale erince yaşanmışlıklar daha anlamlı oluyor,tabi birde çekirdek aileden zamasız göçler birer birer çoğalıp seni tek başına bırakınca çabuk olgunlaşıyorsun ve heyy gidi günler heyy diyorsun.Bende hayırlı ramazanlar dilerim.

    YanıtlaSil
  2. Leylak dal'ım, o kadar bahsetmişsin bir tarifini verseydin şu sucuk içi köftenin.

    Annemde mayalı hamur hazırlardı geceden,sahurda da üşenmeden erken kalkar kızartırdı.En çok bunu severdik. Kim daha çok yiyecek diye yarışırdık. Ne sağlam midelerimiz varmış. Şimdi asla böyle ağır şeyler yiyemeyiz gece.

    Bir de eskiden memlekette komşular sahurda birleşir herkese sırayla bazlama yapardı. O arada da sokaktan davulcular geçerdi. Ne kadar keyifliydi.

    Şimdi hiç tadı yok sanki birşeyin.

    Hayırlı ramazanlar

    Sevgiler

    YanıtlaSil
  3. Nurşen'cim...Ramazan inşallah önce ruhlarımızı arındırır.Herkese hayırlı olsun ...Sana bir ödülüm var ..gelip benim sayfaya uğrarmısın..adet böyleymiş...

    YanıtlaSil
  4. Bunlar çok güzel anılar. Tabii ki sana ve ailene özel ama bir yandan da hepimizin ortak anıları.
    Ramazan anıları hep güzel gelir insana. Bize de büyüklerimiz anlatırdı.Keyifle dinlerdik. Umarım gençler de aynı tadı alıyorlardır. İnancın keyifle ama sorgulanmadan, eleştrilmeden yaşanırken komşuluğun ve dayanışmanın içtenlikle sürdürüldüğü (bunların hepsi senin kelimelerin ama bir kere daha üzerinden geçmek istedim) o günleri hep anlatmak gerek ki unutulmasın bu güzellikler değil mi!...
    Ellerin dert görmesin. Sevgiyle kal...

    YanıtlaSil
  5. Senin Rahmetli Anneciğinin sucuk içi köftelerini özlediğin gibi bende Ramazan öncesi açılıp, saçta pişirilerek kurutulan yufkaların temiz bir örtü yayılıp, dağ gibi üstüste dizildiğini hatırladım yazını okuyunca. O yufkalar ki, sahurda ablalarımla yattığımız odada kurulan yer sofrasında, annemin ve babamın kaşık çatal sesleri ile uyandığımda burnuma şu an bile kokusu gelen, kuzinede pişmiş kıymalı böreğe dönüştüğünde ve kayısı kompostosu eşliğinde yendiğinde nasıl lezzetli olurdu… Şimdi ne o yufkalar var, ne kuzine, ne de sahura kalkıp uykumu bölmemi istemeyen koruyucu, kollayıcı anacığım... Hepinize güzel tatlar verecek nice Ramazanlar diliyorum. Sevgiler...

    YanıtlaSil
  6. Hepimizin ramazanları aynı geçmiş sanki, radyodaki o tok sesli adam, sofra başı duaları, ben de çok özlüyorum eski ramzazanları ve yıllar sonra da şimdi yaşadığımız ramazanları özlemekten korkuyorum Nurşen'ciğim.
    Sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  7. Ne güzel yazmış, hatırlatmışsınız, içim titredi okurken. Cümbür cemaat küçücük masaya oturup dirsek dirseğe iftar yaptığımız günleri hatırladım. Oruç tutmasak bile o sofrayı paylaşıp gelenekleri yerine getirmek biz çocuklar için nasıl da keyifliydi! Bu akşam iftara davetliyiz, Brüksel'de tanıdığımız bir avuç genç Türk dostumuzla sözleştik, sık sık iftar yapıp memleket kokusunu (ve annelerimizin kokusunu) içimize çekeceğiz. Herkese hayırlı ramazanlar :)

    YanıtlaSil
  8. şeker zıkkımı derdine oruç da tutmasam ben de çok özeniyorum iftar sofralarına ve tam da senin anlattığın sebepler yüzünden. ellerine sağlık, ne iyi ettin de tercüman oldun...

    YanıtlaSil