Sayfalar

14 Ağustos 2009 Cuma

GELDİMMMM!..


Eveet, dün akşam 23.00 itibarıyle Ankara'daydım. Gezinin tadı damağımda, yorgunluğu bedenimde duruyor. Ben yokken ev hallaç pamuğu gibi atıldığı için biraz daha yorulacağım kesin. Olsun, İstanbul için değerdi. Sevgili arkadaşlarımla buluştuk ve çılgınlar gibi gezdik. İşlerimi halledeyim detaylarıyla yazacağım. Şimdilik size gidiş-dönüş otobüs yolculuğumdan anekdotlar verip yukarıdaki müthiş manzarayla başbaşa bırakacağım. Hepinizi özledim, görüşmek üzere...

-Yolculuğu gidiş-dönüş Kamil Koç rahat servisle yaptım, gerçekten rahat ve temizdi. Adı duyulmuş pahalı firmalardan farkı yoktu. Yiyecek-içecek ikramı çeşitli ve sıktı, kulaklıklı müzik yayını vardı, yastıklar, kulaklıklar vb hijyen kurallarına uygundu, hareket ve varış saatlerinde aksama olmadı. Rahatsızlığı yaratan yolculardı, onlar da muavin tarafından kibarca uyarıldı.

-İlk kahkahayı Ankara AŞTİ'de valizimi verirken attım; önümde duran asker oldukları belli iki gençten birinin beyaz t-shirtinin sırtında şöyle yazıyordu: " Her ananın evladı asker olur ama her kızın sevgilisi tankçı olamaz!" Olay budur, bu kadar net ve kesin. "Zırhlı Birlikler aşkına, üç defa sağol, sağol, sağol!" diyerek bindim otobüse.

-Arkamdaki genç kız Ipodunun kulaklıklarını kulağına yerleştirip, sonuna kadar sesini açıp bütün otobüsü cıstak-cıstak nağmeleriyle inletmekteydi ki o sağır, biz deli olmadan muavin tarafından uyarılarak makul seviyeye indirdi müziğinin volümünü.

-Ne tesadüftür ki hem giderken hem dönerken sağ yanımdaki koltuklardan pencere kenarı olanında genç kızlar oturdular ve yolculuğun başından sonuna kadar kesintisiz cep telefonuyla konuştular.

-Giderken bindiğim otobüsün çok genç ve sempatik (hem de fazla esprili), güzel yeşil gözleri olan bir muavini vardı, İzmit civarında istediğim suyu uzatırken "Aman abla, sol tarafa bakma, başın döner düşersin" diyerek güya espri yaptı ve boş bulunan beni yerimden sıçrattı. Meğer bir viyadük kenarından geçmekteymişiz.

-Dönüş yolunda, iki ön koltuğumda oturan, dişisi Japon olan çiftin Türk olan erkeği hareket etmemizden 10 dakika sonra koltuğunu arkaya yatırıp yeri göğü sarsan bir horultuyla uykuya dalarak arkasındaki küçük çocuklu genç kadını çileden çıkardı. Horultu, adamın dürtülüp uyumaması yolunda ikaz edilmesiyle dindi ama genç kadının krizi dinmedi. Bu olayda hiçbir suçu olmayan ve ikram sırasında içecek ne istediğini soran muavine cıyak cıyak bağırmaya başladı: "Bende birşey içecek hal mi kaldı, sinirden yutkunamıyorum. Catastrophy, bu resmen catastrophy!.. Human Communication diye birşey duymadınız mı? Sinirden delirmek üzereyim." şeklindeki abuk çığlıklarına zavallı muavin, "Hanımefendi ben İngilizce bilmiyorum, sorun neyse söyleyin çözeyim" yolunda insanca yaklaşmayı denediyse de kâr etmedi, kadın bir yandan uyuyan çocuğunu pışpışlayıp bir yandan çığırmaya devam ediyordu ki arkasında oturan ve horultunun kesilmesine katkısı olan hanım dayanamadı: "Nedir sizin derdiniz, horultuysa hallettik, bağırıp durmayın" diyerek sükuneti sağladı.

-Esenler'de servis minibüsüne geçtim, hareket saatini beklerken telefonla arayan arkadaşıma gözümün kanlandığını anlatıyordum ki yan tarafımdan gelen kalın bir sesle irkildim: "Geçer, geçer, benim argadaşımın gozü de ganlandıydı da doktura gitti, goz gendini yeniler, merag etme dimiş doktur, senin goz de yeniler gendini" diye bana hitap ettiğini neden sonra anladığım yardımsever bir Türk insanıydı yanımda oturan. "Ha, öyle mi, peki o zaman" gibisinden kaçak-göçek bir cevap verip adamın istemsiz bir biçimde elini kolunu oynatıp garip mimikler yaptığını da farkedince sindim iyice pencere kenarındaki yerime. Kendimi bir paratoner olarak algıladım o an, bütün garabetler beni mi buluyor, yoksa ben mi direk ortasına dalıyorum kestiremedim.

Neyse arasıra tad kaçırsa da eğlenceli ve rahat bir yolculuk geçirdim. Bazen çay, bazen kahve eşliğinde Füruzan'ın "Toplu Öyküler" kitabından, "Parasız Yatılı", "Yaz Geldi", "Haraç", "Tokat Bir Bağ İçinde", "Kırlangıç Balıkları" ve "Ah Güzel İstanbul" öykülerini kimbilir kaçıncı kez yeniden okuyarak varıp döndüm, Nedim'in bir taşına bütün Acem mülkünü feda ettiği Şehr-i Stanbol'a. Zaten Şehr-i Stanbol'u da kara çarşafları ve boy boy bebeleriyle Acem turistler basmıştı.

7 yorum:

  1. Bayılırım yolculuk hikayeleri okumaya:)
    Hoşgeldin Nurşen'ciğim.
    Sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  2. Gelir gelmez güldürdün yine. İlla sırıta sırıta mı yorum yazacağım ben sana. Acem turistler ha. Hoşgeldin sevgili arkadaşım. Gözlerimiz yollarda kalmıştı doğrusu...
    Sevgiler...

    YanıtlaSil
  3. Ay ne maceralı bir yolculuk olmuş öyle. Hakikaten paratoner gibi çekmişsin:) Neyse zaman çabuk geçmiştir. Hoşgeldin.istanbul maceralarını merakla bekliyorum.

    Sevgiler

    YanıtlaSil
  4. Hoşbulduk arkadaşlar. Enfes bir tatildi. Gezmekten yoruldum ama ruhum dinlendi. Sizleri de özlemişim valla, iyi ki varsınız. Sevgiler...

    YanıtlaSil
  5. Her yolculuk ilginçtir,kendi içinde.önemli olan o ilginçlikleri görüp yazıya dökmek.
    Ne güzel olmuş.
    Dilinize sağlık.

    YanıtlaSil
  6. Hoşgeldin Leylak Dalı ben de özledim seni.
    Ne güzel de geçmiş yolculuğun,yine gülümsettin bizi:D
    öpücükler...

    YanıtlaSil