Sayfalar

16 Ağustos 2009 Pazar

AH GÜZEL İSTANBUL 2


Pazartesi sabahı dilimizde "Ada sahillerinde bekliyorum" şarkısı erkenden düştük yollara. İstanbul'un karada, havada, denizde, yeraltında, ray üstünde işleyen taşıtlarından önce karadan gidenini, sonra ray üstünde ilerleyenini ve son olarak da denizde süzülenlerden otobüs cinsi olanını seçerek Büyükada'ya doğru martı sesleri, dalga şapırtıları, vapur düdükleri eşliğinde seyretmeye başladık. Cep telefonlarımızı da kapattık ama herkes bizimle aynı fikirde değildi. Yazılı ve sözlü uyarılara rağmen telefon zilleri dinmedi. Yolun yarısına kadar elinde telefon mesaj çekip ortalığı zırıltıya boğan bir genç sonunda arka sıramızda oturan, güneşten iyice yanmış, ufak tefek, zayıf ve çok sinirli hanım tarafından şiddetle uyarılınca susturdu elinin uzantısını. Deniz otobüsünün yalpalamaları zaten gezmekten yorgun düşmüş bedenimizi iyice mayıştırıp uykumuzu getirdi. Bu yüzden Büyükada'ya ayak basar basmaz ilk gözümüze çarpan ayıltıcı mekana, "Kahve Dünyası" na daldık. Önce yukarıda görülen, fincan içindeki köpüklü kahverengi sıvıdan ikişer adet lüplettik, gözümüz açılıp etrafın güzelliğini farketmeye başlayınca da manzaraya tat katmak için çilekli, muzlu çikolata fondü olayına girdik. Malum, tatilde yenen şeyler kilo yapmazmış(!)

Uykuyu tamamen dağıtıp enerji ve serotonin yüklemesi de yaptıktan sonra sahile indik. Ne yana bakacağımızı bilemez bir biçimde "Karadan geldim adaya, döndüm birden deliye" görünümünde sokak sokak dolaşıp her hoşumuza gideni ev, ağaç, çocuk, hayvan demeden fotoğraflamaya başladık. Burada bizi komik bulan ya da ilgilenen olmadı Kuzguncuk'taki gibi, zaten herkes şakır şakır fotoğraf çekmekteydi. İskele meydanı at pisliği kokuyordu ve inanılmaz bir fayton kuyruğu vardı. Acem turistler adayı işgal etmişti adeta. Yanımızdan geçen her faytonda en az iki kara çarşaflı hatun, bir adet esmer, yuvarlak yüzlü, bıyıklı adam ve boy boy esmer çocuk vardı.

Çarşıyı ve iskele meydanını dolaştıktan, güzelim evlerin hangisini fotoğraflayacağımızı şaşırıp oradan oraya seyirttikten, harap halde olanlara vahlandıktan sonra "Araplardan, Acemlerden neyimiz eksik" diyerek bir "Büyük Tur" yapmaya karar verdik, turkuaz rengi döşemeli, pırıl pırıl nikelajlı, bir kır, bir de doru atın çektiği güzel bir faytona yerleştik. Ta Malatyalardan ekmek parası uğruna Ada'ya gelip bu işi yapan kavruk, konuşkan faytoncumuz atlarına "Deh!" deyip turu başlattı. Nizam'dan başladık tura ve yol boyu arabacı rehberimiz tarafından bilgilendirildik. Bütün önemli binaları gösterdi bize, istediğimizde fotoğraf çekmemiz için durdurdu atlarını. Dizilere, bilhassa "Hatırla Sevgili"ye mekan olmuş köşkleri gösterirken de bindiğimiz faytonun dizide Yasemin'in faytonu olarak kullanıldığını gururla sıkıştırıverdi araya. Çok sevinmiş gibi yap
tık bizde. Hatta ortama uysun diye dizinin en meşhur şarkısını da terennüm ediverdim bizatihi kendim:

"Dudağımda yarım kalan
Söylenmemiş son sözümdüm
Vakî olsa da ayrılık
Aşk her zaman ölümsüzdür.
Hatırla sevgili, o eski günleri, çocuklar gibi
Varsın eller gönül yarası kapanır sansın
Kabuğun altında sevgili sen kanayansın."

Dil Burnu'ndan, Yörük Ali Plajından geçtik, Aya Yorgi Kilisesi'nin eteğinde mola verdik, tabii kiliseye çıkmayı o sıcakta gözümüz yemedi, atları biraz dinlendirip devam ettik tura. Viranbağ denilen yerde "Hatırla Sevgili" dizisi yeniden gündeme getirildi faytoncumuz tarafından. Yasemin'in Allah etmesin neredeyse intihar edeceği uçuruma gelmiştik çünkü. Çekimlerin kışın yapıldığını ve intihar sahnesi bitene kadar soğuktan donduklarını anlattı. Biz manzarayı görüntülerken de atlarını sevip sohbet etti onlarla. Uzaktan görünen adanın Yassıada olduğunu söyleyip bilgi vermeyi de unutmadı tabii ki.


İki yanlı çam ağaçlarının arasından ilerlemeye devam ettik ve bir noktada başımızı kaldırdığımızda şu heybetli mnzarayla karşılaştık. Burası hep merak ettiğim "Rum Yetimhanesi" nam-ı diğer "Kırmızı Saray" dı. 1898 de mimar Vallury tarafından otel olarak yapılmış ancak otel olmasına padişah izin vermeyince banker Zarifi'nin karısı tarafından alınıp Patrikhane'ye yetimhane yapılması amacıyla bağışlanmış yapının dünyanın en büyük ahşap yapısı olduğu söyleniyor. Ne yazık ki harap halde olan binayı çok görmek istedik ama sapılacak yolu geçmişiz, mümkün olmadı.




Yukarıda fotoğraflarını gördüğünüz muhteşem manzaraları arkada bırakarak Maden Mahallesine geldik. Yine muhteşem köşkler, bakımlı bahçeler gözümüzü okşadı, içimizi açtı.


Antalya'da yaşayan, begonvile doymuş biri olarak ben bile, yukardaki görkemli begonvillere ağzım açık bakakaldım.


Faytoncumuz rehberlik faaliyetlerine aşk ile şevk ile devam edip bize Reşat Nuri'nin köşkünü, Troçki Evi'ni, Gözlü Köşk denilen, Yunan tapınaklarına benzeyen binayı, "Dudaktan Kalbe" dizisinin çekildiği kuleli köşkü, Aya Nikola Kilisesi'ni, faytonların gece bırakıldığı fayton garajını gösterdi, bilgiler verip kültürümüzü arttırdı sağolsun. Son durağa gelmeden biraz yürümek amacıyla inip vedalaştığımızda neredeyse karşılıklı ağlaşacaktık, öyle kanka olmuştuk yani.

Büyükada gezimize yemek, yemek üstü dondurma ve lokma fasıllarıyla devam ettik. Bu geziyi mide fesadına uğramadan bitirdim ya şükürler olsun der başka da birşey demem. Ve Çelik Gülersoy tarafından restoresi yaptırılmış mücevher görünümlü iskeleden vapura binip Heybeliada'ya gitmek üzere vedalaştık Prinkipo ile. Ben vapura bindim ama kalbim Ada'da kaldı.

Heybeli'de iner inmez kahve içecek bir mekan bakındık, malum yemek, lokma, dondurma meseleleri, hazmettirecek bir sıvı gerek. İskelede gördüğümüz ilk cafe neredeyse bizi henüz kalkmamış vapura bindirip geri döndürecek bir isme sahipti: "Terk-i Dünya". Hangi yaratıcı beyinin bu ismi koyduğunu, hangi amaçla koyduğunu çok merak ettik ama içeri girip sormaya cesaret edemedik, ne olur ne olmaz değil mi? Biraz ilerde başka bir cafe kahverengi sıvının damarlarımıza yayılıp gözümüzü açmasını sağlayacak fincanı sundu bize, terk-i dünya etmeye gerek kalmadı. Büyükada'dan sonra Heybeli biraz sönük geldi doğal olarak ama yukarda fotoğrafı görülen sahildeki harap konağa (yalı mı demeli yoksa) bayılıp bittim.


Ada içinde bu defa "Biz Heybeli'de her gece mehtaba çıkardık" şarkısını söyleyerek yaptığımız yürüyüşten sonra yorgun ama keyifli bizi İstanbul'a götürecek vapura bindik. Gün bitti ama İstanbul bitmedi, beni izlemeye devam edin.

10 yorum:

  1. Leylakcığım,
    Bravvo!
    İstanbul'un tadını çıkarmışsınız.
    Boğaz'ın iki yakası, adalar derken bakalım sonra mereye demir atmışsınız?
    ;)

    YanıtlaSil
  2. Keyifle okudum bilgilendim canım. Devamını bekliyorum merakla.
    Yalnız,"tatilde yenilenin kilo yapmadığından emin misin:)
    Hayır; dediğin doğruysa, tatili zehir etmeyeyim kilo alacağım. Onu yemem bunu yemem diye:))

    Sevgiler

    YanıtlaSil
  3. Beni can evimden vurdun Nurşen'ciğim
    "Varsın eller, gönül yarası kapanır sansın.
    Kabuğun altında sevgili sen kanayansın."
    Bu şarkı dizide ilk çaldığında, birleşmiş gibi birkaç arkadaş beni aramıştı.(Yoklamak için) Bir de o canım pencere de yanında. Pencereler benim, gerek yağlı boya resimde, gerek fotoğraf konusu olarak olmazsa olmazlarım.
    İtiraf edeyim, İstanbul'u ben böyle gezmedim. Sabah akşam koşuşturdum durdum işe eve yetişecem diye. On yıl Eminönü'de (Sultanhamam) çalıştım.
    Emekli olduktan sonta o eski binaları rahat rahat inceleyebildim.
    Resimler, anlatım her şey çok güzel.Son bir haftadır blog arkadaşlarım, gözümüzü, ruhumuzu beslediniz.Çok teşekkür ediyorum her birinize, bencillik etmeyip gördüklerinizi bizlerle hem de böylesine kaliteli, (adeta profesyonel) zevkli bir biçimde dolu dolu paylaştığınız için...

    YanıtlaSil
  4. aaaa tam da benim bölge ve mekanlarımı gezmişsin :)

    YanıtlaSil
  5. Hepsini zevkle ve de gururla okudum.
    Bir başkadır İstanbul'um.
    Tatil denir ya! hani Ege ve Güneye gidilir. Eh tatil İstanbul'da niye olmasın. Bu güzel gezin anlatıyor işte.
    Gerçi yol,trafik derken bunalınıyor ama!
    İstanbul'um başkadır güzellikleri, geceleri, boğazı, adaları, sahilleri.
    Devamını bekliyorum, sanki buralarda değilmişim gibi ilgiyle güzel anlatımını okuyorum.
    Sevgiler...

    YanıtlaSil
  6. ne güzel gezmişsin sevgili leylak dalı, benimde anılarım depreşti bak istanbulla ilgili.adaya bende gitmiştim,faytona binip gezmiştim off yaaa.
    fotoların hepsi çok hoş ama en güzeli en sonunda deniz kenarındaki bankalar Nazım Hikmetli olanı çok hoşuma gitti.

    YanıtlaSil
  7. İstanbul'da daimi olarak yaşamak, sanıldığı gibi avantaj değil dezavantajmış. Bunu bir kez daha anladım.Bu şehri sevmediğimi (özel nedenlerden) her fırsatta tekrarlarım. Ama hiç bilmediğimi de utanarak itiraf ediyorum.
    Bir şey daha, senin öğrencin olmak isterdim. Eminim senin öğrencilerin büyük adamlar olmuşlardır.
    Merakla, bu görsel ve eğitici (ve eğlenceli)serinin devamını bekliyorum..
    Sevgiyle kal...

    YanıtlaSil
  8. Büyük Ada...
    Süper tek kelimeyle süper anlatmışsın.Hatrla Sevgili aynı Çemberimde Gül Oya gibi en sevdiğim dizilerin arasındaydı.Ve gerçekten oraları görmeyi ben de istiyorum.
    Hatırla Sevgili'nin CDsini bir arkadaşım hediye etmişti bana.Bu melodilerle Büyük Ada'da olmak başka bir tad verir insana.Takipteyiz....

    YanıtlaSil
  9. Ben sadece Hebeliada'ya gidebildim bu sefer, ama bütün prens adaları başımın tacıdır Nurşen'ciğim, ne iyi yapmışsın.
    Bir de adaya gidince fotoğraf delisi oluyor insan.:)
    Sevgilerimle...

    YanıtlaSil