Sayfalar

9 Temmuz 2009 Perşembe

KIZKARDEŞLE TUNALI'DA


Dün kızkardeşle kendimizi sokaklara attık. Ben kaç gündür bağlanıp kaldığım evden nihayet çıkabilmenin hazzıyla, o işinden ufak bir kaçamak yapmanın sevinciyle, bunun yanısıra beraber olmanın dayanılmaz hafifliğiyle dolaştık durduk Tunalı'da. Önce benim "Açım aaaç" sızlanmalarıma son vermek için neredeyse "Ya şundadır, ya bunda" diyerek karın doyuracak bir mekan aradık ve ilk gözümüze çarpan yere daldık, nasılsa bir salata büfesi vardır hesabıyla. "Flamingo Pastanesi" idi girdiğimiz yer ve hem salata hem de sandviç büfesi vardı gerçekten. Severim "Flamingo"yu, ilk gençlik yıllarımdan beri hayatıma girmiş bir mekândır, tabii o zamanlar Bulvar üzerinde dar ve uzun bir dükkandı, ne kestaneli pastalar götürmüşüzdür ordan. Güya salata yiyecektim ama sandviç krizim tuttu ve yukarıda resmi görülen kıtır tavuklu baget sandviçi yanında kalori bombası kızarmış patatesler ve muhtemelen moral düzeltsin diye konmuş çeşitli yeşillikler eşliğinde utanmadan ama hafiften de vicdan azabı çekip kendimi kınayarak mideye indirdim. Fotoğrafta sandviçler pek görülmemiş Allahtan ele güne karşı:)

Ben tabağımı temizleyip sol tarafımızdaki masada karşılıklı çaylarını içerek muhabbete dalmış, ufacık boylu, tombalak, özenle giyinip süslenmiş 70 in üstündeki iki hanımın belli ki çok derin olan dostluklarını çaktırmadan izlerken kızkardeş, öğretim üyesi olduğu fakülte bünyesinde yaptıkları Ankara'nın köklü mekanlarını konu alan araştırma için girişte gördüğümüz ve Flamingo'nun ortaklarından biri olduğunu öğrendiğimiz beyle görüşme yapabilmek için randevu almaya gitti. İstişarede bulunup yapılacak röportajın sözünü de alıp masaya geri döndükten az sonra kısa boylu, şık giyimli, beyaz saçlı, kaşları Atatürk'e benzeyen oldukça yaşlı bu bey elinde aşağıdaki tabakla masamıza geldi.

İçine 4 adet mini ayçöreği ve bir miktar sıcak lokma tatlısının simetrik olarak yerleştirildiği bu tabak Flamingo'nun ortağı yaşlı beyefendinin bize jestiydi. Fırından henüz çıktığını söyleyip "Afiyet Olsun" diyerek ayrıldı yanımızdan, biz mahcubiyetle kalakaldık. Tabii bu mahcubiyet tabaktaki tatlıları lüpletmemize engel olmadı. Hesap için yanımıza çağırdığımız genç ve komik tipli garson yüzümüze "Hadi iyisiniz, tatlıları beleşe getirdiniz" dercesine bakıp "Nasıl, beğendiniz mi?" diye alaylı bir ifadeyle sorsa da bu hali bizi sadece eğlendirdi, onun açısından durum daha vahimdi, bu tavrından dolayı zırnık bahşiş alamadı.

Pastaneden çıkınca muhtelif mağazalarda mola vererek Tunalı safarisine devam ettik. Marks&Spencer'e girdik önce (Sahi buranın yerinde eskiden Tunalı'daki en sevdiğim mekan olan "Besi Çiftliği"mi vardı?), bakındık birşeyler beğenemedik, beğendiğimiz bir-iki şeyi pahalı bulduk. Deneme kabinlerinin önünde ellerinde yüksek topuklu kokoş pabuçlar ve pullu, boncuklu giysilerle sıra bekleyip, arada "Siz benim arkamdaydınız", "Ben sizden önce geldim" yollu atışmalar yapan orta yaşı bir hayli aşmış, epeyce de kırışmış hatunlara bakıp "İstikbal bu mudur?" diyerek çıktık mağazadan. Yolüstü bir Paşabahçe uğrağı verip neredeyse herşeyi
beğenip hiçbirşey almadan çıktıktan sonra ben kendi
halinde bir dükkanda gördüğüm, üzerine yılların eskitemediği sevgili köpek dostum Snoopy'nin hayli sinirli bir tasvirinin resmedildiği yandaki atleti mülkiyetime geçiriverdim cüzî bir meblâğ karşılığında. Yaşasın halk dostu işletmeler!..

Beleş tatlı nedeniyle bayılan içimizi bastırmak için "Starbucks Coffee" ye yöneldik bu kez. Her çıkışımda bir daha gelmeme kararı aldığım ama sözümde duramadığım, en küçüğü bile bana devasa gelen sevimsiz plastik bardaklarının üzerindeki Rapunzel saçlı , kahvede boğulmak üzere olan çift kuyruklu deniz kızının benimle alay ettiğini düşündüğüm, loş ve sevimsiz mekandaki masalardan birine kendimizi şığıştırdık. Kızkardeş ısmarladığı buzlu frappeyi büyük bir keyifle lıkırdatırken ben istemek salaklığında bulunduğum nane şuruplu filtre kahveyi, muhtemelen hazırlayan personelin şurubu fazla eklemesinden kaynaklanan aşırı keskin aromasından dolayı ağzımdan burnumdan dumanlar çıkartarak içmeye çalıştıysam da başaramadım. Bardağın dışında ruj izimi, içinde ise yarım kahvemi bırakarak veda ettim mahmur deniz kızına.
Daha fazla aksiyonu, ruhum, bedenim ve ayaklarım kaldıramayacağı için bu defa karşı kaldırımdan yürüyerek döndük "sweet home"umuza.
Dönüşümde evde beni bir sürpriz beklemekteydi. Çocukluğumun ve ilk gençliğimin en sevgili arkadaşından bir mektup ve gittiği Norveç gezisinden benim için bir anı bilezik. Uzun zaman birbirimizin izini kaybedip araya yıllar, yollar, okullar, işler, kocalar ve çocuklar girip, unu eleyip eleği duvara asma döneminde internet aracılığıyla tekrar buluştuğumuz (ama hala görüşemediğimiz) en tasasız yıllarımın şahidi canım arkadaşımın yolladığı fotoğraflara ilaveten yaptığı bu jest için çok teşekkürler. Seni sevmekten, geçen senelere rağmen hiç vazgeçmedim güzel arkadaşım benim...

4 yorum:

  1. Sandviçler nefisti, tatlı tabağı güzel ve can çektiriciydi, komi hakikaten ayıp etti :D
    Sanki beni de gezdirdiniz oralarda.Üç kız kardeş Tunalı dolaylarında.
    Skıcı anlatımla insan içine giriveriyor öykünün.
    Kız kardeş Funda olan mı??
    Öpüyorum

    YanıtlaSil
  2. Nurşen'ciğim, Ankara'yı çok severim ben. Eşim Ankara'lı zaten.
    Flamingo Pastanesi'ni okuyunca burnumun direği sızladı.
    Eşimin ailesinin o pastenin sahipleri ile yıllardan beri süren çok yakın dostlukları vardır ve ne kadar eski, ne kadar güzel bir pastanedir orası.
    Sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  3. Merhabalar, yazınızı okuyunca üniversite yıllarına anılarıma götürdünüz beni,ne güzel günlerdi, hele de flamingo pastanesinin pastaları ve dondurması en sevdiklerimdendi, hala aynı güzelliktemidir bilmiyorum ama oranın lezzetleri farklıydı.
    SEvgiler...

    YanıtlaSil
  4. Ankaradaydım 1 ay kadar çok severim bende. Güzel bir gün olmuş cicilerini de güle güle kullan.

    YanıtlaSil