Sayfalar

1 Ağustos 2009 Cumartesi

CADDEDE NE VAR NE YOK?


Sabah yataktan kalbimi hissederek kalktım. Yediğim birşeyin dokunması sonucu midemde oluşan gaz, diyaframımı sıkıştırıp kalbime baskı yapınca o da kendini çarpıntı ve sıkıntıyla hissettirdi bana. Organlarıma fazla yüz vermem aslında, şımartmam çıtkırıldım olmamaları için ama sözkonusu kalp olunca hani büyüğümüzdür diyerek biraz saygı göstereyim istedim. Gittim bir gaz ilacı aldım sonra da annemdem yadigar bir atasözünü yüksek sesle söyleyerek kendime kahve yaptım: "Acı acıya, soğuk su sancıya, kes avrat bi soğan daha." Elimde fincanımla günlük mahalle teftişi için balkona çıktım, rüzgar vardı ve hayrettir ortalıkta in cin top oynuyordu. Beş dakikaya yakın oyalanmama rağmen tek Allah kulu geçmedi. İçeriye girdim ve "Dışarda kimseler yok" dedim, işe gitmek için hazırlanmakta olan oğluma. "Nükleer saldırı alarmı verilmiştir" şeklinde bir yorum getirdi. "O kadar da değil, belki örfi idare ilan edilmiştir" yollu cevabıma anlamamış bir yüz ifadesiyle karşılık verince, " Yani sıkıyönetim" diye tercüme ettim. Neden bu kadar eski bir tabir kullandığıma kendim de şaştım, benim tanık olduğum darbelerde hep sıkıyönetimdi ilan edilen halbuki. Çalan zil iki olasılığı da çürüttü; doğalgaz sayacı okuyucusu (bu mesleğin tam adı nedir?) gelmişti. Sayaca baktı, hatta bakmadı bile, saniyelik bir göz atışı yaptı, elindeki cep telefonu benzeri alete tık tık birşeyler yazdı, bir düğmeye bastı, aaa adamın sağ poposunun kenarından cırt diye bir makbuz çıktı, kırt diye kopardı onu ve elime tutuşturdu. Ay pek sevdim bu işi; tıkla, cırtla, kırtla. Bir daha dünyaya gelirsem doğalgaz sayacı okuyucusu olmak istiyorum.

Mahalle teftişi yarım kaldı ya, bu defa çay yaptım kendime, kalbimin sesi kesilmişti, hissetmiyordum kendisini; çay, cep telefonu, kağıt havlu ve Hilmi Yavuz'dan oluşan bir eşlikçi grubuyla balkona çıktım yine. Artık ürün vermesinden iyice ümidi kestiğimiz, ağaca dönüşmüş anaç domateslerin oluşturduğu cangılın ortasına yerleştim. Tam karşıdaki kız yurdunun yüzeyini American Siding denilen garabet, plastik kaplama malzemesiyle mumyaladılar. Toz pembe renkte, dünyayı o renk görürüz artık baktıkça. Şimdi de bahçe duvarları elden geçiyor. İnce yapılı, ten renklerinin gün karası mı, gön karası mı olduğunu anlayamadığım iki genç işçi harç karıyorlar hararetle kaldırımın kıyısında. İşlerine sık sık yoldan geçen kızları kesmek için ara veriyorlar. Kızlardan birine ben de baktım zaten, öyle cıvıl cıvıl giyinmişti ki içim açıldı. Fıstık yeşili ile portakal renginin en cart tonlarını ayakkabı çanta ve t-shirtinde birleştirmiş, havuç-marul salatasının yürüyen versiyonu olarak geçip gitti, işçilerin boyunlarının o gözden kaybolana kadar uzamasına neden olarak. Bakış hizamdaki iki adama takıldı sonra gözüm, birkaç apartman ilerdeki resmi daireden çıkmışlardı muhtemelen, memur kreasyonuydu giyimleri çünkü. Öyle hararetle bir konuyu tartışıyorlardı ki merakımdan öldüm, utanmasam balkonun altından geçerlerken "Hayrola birader, nedir halledemediğiniz, biraz anlatsanız da ben de öğrensem" diye seslenecektim. Uzun boylu, zayıf ve kravatlı olanı sağ elinin işaret parmağını sol elindeki parmaklara tek tek vurarak müşteki olduğu hususları sıralıyordu zannımca kısa boylu, göbekli ve kravatsız olana. 2-3 adımda bir durup konuyu daha enine boyuna irdeliyorlardı. o kadar yavaş ilerliyorlardı ki bir süre sonra sıkılıp yanımdaki sehpada sırasını bekleyen Hilmi Yavuz'a döndüm. "Bulanık Defterler" adlı denemelerini okuyorum dündenberi. Şu paragrafa takıldım:

"Çocukluğum? Nedense dönüp dönüp ve çocukluğa ilişkin hep aynı şeyleri anımsamak mıdır yaşlılık? O ceviz sandığın içindekiler artık şaşırtmıyor beni. Annemden kalma ve o güne değin görmediğim ya da gördümse eğer ayırdına varamadığım birşeyler? Sandığın gizli bölmeleri var mıydı, belki oradan birşeyler, beni şaşırtacak birşeyler bulup çıkarmak?"

Annemin sandığını düşündüm sonra, artık olmayan sandığını, bilinmeyene yolculuk gibiydi o sandığın kapağının açılması. Adeta içine düşerdim, en merak ettiğimse pembe bir kutu ve içindeki mektuplardı. Kalın kartondan, üzerine bukleli saçları omuzlarına dökülen güzel bir kadının avucundaki leblebileri yerken resmedildiği bir leblebi kutusu. Bir yığın mektup vardı içinde, çoğu babamın askerdeyken yolladığı, okuyabilmek için kıvranırdım ama annem hiç oralı olmazdı. Sonra yokoldu o mektuplar annemin sandığı gibi, ne oldu, attı mı, yaktı mı bilmiyorum ama içimde ukde kaldığı kesin.

Paragraf beni derinlere daldırınca artık silkelenmek zamanıdır deyip doğruldum. Çay bitti, Hilmi Yavuz'la daha sonra tekrar görüşürüz, zaten güneş de balkonu ele geçirmeye başladı. Vakittir, içeri girmeli artık.

Meraklısı için not: Çorap teki halen akasyanın tepesinde güneşlenmekte.

11 yorum:

  1. Gözlemler harika ve
    "Çocukluğum? Nedense dönüp dönüp ve çocukluğa ilişkin hep aynı şeyleri anımsamak mıdır yaşlılık?"
    bu satır çok çok düşündürücü,
    çay ve çayın anlatımı.
    Hepsi çok hoşuma gitti.
    Ellerine, yüreğine sağlık
    Sevgiyle...

    YanıtlaSil
  2. Selam olsun size, gecelerimin güldüren yüzü..
    Yine o bildik tatlı hüzünlerden birini yaşarken başladım okumaya. Belki de sizi bu yüzden hep gece yarılarından sonraya saklıyorum. Güler yüzle uykuya dalmak için.
    Ama lütfen bir daha ilk cümleniz öyle korkutucu olmasın.
    Sevgiler...

    YanıtlaSil
  3. Yaşamın Kıyısında çok teşekkürler. Hoşunuza gittiyse ne mutlu bana, sevgiler...
    Asuman Hanım sizi gülümsetebiliyorsam sevinirim. Gece, gündüz ne zaman isterseniz okuyun, birilerinin okuyacağını bilerek yazmak çok güzel, yoksa kendi kendime konuşmuş gibi olacağım. (Gerçi o da bir çeşit terapi sayılır)
    Sevgiyle kalın.

    YanıtlaSil
  4. ne güzelsinn..
    ne şekersin..
    bayıldım bu posta..
    biraz gülüş biraz buruk
    ama hep aynı tatlı sen :)
    sen her halinle hoşsun !!!

    iyi hafta sonları sevgilerrr antalyaya.

    YanıtlaSil
  5. sağol Nunucum, sevgiler sana güzel görüşlerin için...

    YanıtlaSil
  6. Bende o balkondaydım sanki. Aynen herşeyi gözlerimle görmüşüm gibi. Ayrıca tek başınada olsa birinin kendine çay demleyip içmesi kadar güzel bir şey yoktur sanırım. Her ne kadar ben yapamasamda. Ama söz pazartesi sabahı eşim işe gidip de ev bana kalınca yapıcam bu keyfi sevgili Leylak dalı.

    YanıtlaSil
  7. Kimbilir o mektuplardan belki de bir roman çıkardı keşke ele geçirme fırsatın olsaydı.
    Ne güzel yazıyorsun Nurşen'ciğim, ne kadar samimi ve doğal.
    Sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  8. İyi okumalar! Ben de severim Hilmi Yavuz yazılarını. Epey oldu okumayalı ama... (Ayrıca son okuduklarınız arasında "çoksatan"ların neredeyse hiç olmadığını gördüğüme de çok sevindim. Neden bilmem, bloglarda hemen hepsi aynı olan okuma listelerini görmek beni rahatsız ediyor. Okuyacak binlerce kitap varken neden herkes aynı şeyleri okur diye düşünmeden edemiyorum. Huysuzluk işte.)

    YanıtlaSil
  9. Selam Tijen hanım,
    Huysuzluk falan değil, görüşünüze aynen katılıyorum. Çok sevdiğim bir yazar bile "çoksatan" olunca elim gitmiyor almaya. Halbuki keşfedilmeyi ve okunmayı bekleyen onlarca iyi yazar ve iyi kitap var. Onlarla buluşmak daha zevkli oluyor. Sevgiler yolluyorum...

    YanıtlaSil
  10. okuma seçimlerimi genelde kimse yönlendiremez, kendi bildiğimi seçer okurum ama senin kitap listen bu kuralımı sarsacak gibi görünüyor :)
    bir de oğlunun yanıtına çok güldüm, eğer böyle bir konu geçerse kullanacağım şimdiden haber vereyim :)

    YanıtlaSil
  11. Nane Şekercim, ben de kitap ve film konusunda kimsenin dediğini takmam ama iyi okuyucu dediğim birkaç arkadaşın önerisini dikkate alırım. Bahsettiğin okuma listemden birkaç kitap hariç hepsini zevkle okudum. Sana da önerebilirim ama tabi son karar senin. (yarışma sunucusu gibi oldu)İstediğin yanıtı al, kullan, at, batan geminin malları bunlar.
    İyi bir hafta dilerim:)

    YanıtlaSil