Sayfalar

18 Haziran 2009 Perşembe

ETLİ YAPRAK SARMASI ve ANNEANNEM

Fotoğraftaki sarmayı kızkardeşim yaptı ama ben ne zaman sarma yesem anneannemi hatırlarım. 15 yıl önce kaybettiğim, tarife sığmaz anneannemi. Yemeyi, içmeyi, gezmeyi, eğlenmeyi seven, hayatla bağını çektiği tüm sıkıntılara rağmen koparmamış, son nefesine kadar kimseye muhtaç olmamış, keyifliyken baldan tatlı, kızınca zehirden acı anneannemi...
Anneannemde laf boldu, gün yüzü görmemiş deyimler çıkarırdı gönül bohçasından; kimi zaman gönül alıcı, kimi zaman yürek yaralayıcı. Aşırı yiyen birini gördü mü kızardı mesela, kıtlık günlerini yaşamış, ekmeği, şekeri karneyle almış olmasının getirdiği sıkıntının öcünü alırcasına söylenirdi tipik İç Anadolu şivesiyle: "Ana gı, o nasıl yemek yimek, yılan bile toprağı gıdayla yalar." Lakin kendi bayılırdı güzel şeyler yemeye, öğünlerini kaçırmaz, sofrasını geçiştirmezdi. "Biz koca öküze benzerik" derdi, "Yimezsek çökeriz, hem öğünden giden, ömürden gider."
En sevdiği yemek "Etli yaprak sarması" idi, en güzel pişirdiği de. Bir daha onun pişirdiğinin tadında bir etli yaprak sarması yemedim. Hiç üşenmez, taze asma yaprakları çıktığında, koluna sepetini takar, evinin yakınındaki Yenimahalle Pazarına kışlık salamura yapmak üzere yaprak almaya giderdi. Ne zaman evimize gelse yaprak sarması yaptırırdık ona. Özel bir ritüel gerektirirdi onun bu işi yapması, o baş aşçı idi, sadece sarardı, diğer domestik işler biz köleler tarafından yapılırdı. Sarma yapılacağı gün erkenden kalkar: “Ne yatırsınız uşak, aş da sabahın, iş de sabahın” diyerek bizleri de uyandırırdı. Alelacele yapılan kahvaltı faslından sonra emirlerini sıralamaya başlardı: “Şuraya bir sofra bezi serin!” Hemen oturduğu salona, halının üstüne sofra bezini yayardık. “Hadi, yaprağı haşılayın, pirinci ayıtlayın, sini getirin, soğanı soyun, samırsaklar nirde?” Biz telaşla isteklerini yerine getirir, malzemeleri önüne dizerken, o tülbendini başının üstünde düğümler, yakın gözlüklerini burnunun ucuna düşürür, ayaklarının birini altına alıp, birini uzatarak, üzerlerine çiller düşmüş tombul ellerinin, hiç çıkarmadığı mekik yüzüğün sıktığı parmaklarıyla dolma içini yoğurmaya başlardı. İyice yoğrulup, kıvama gelen iç sarılmaya hazır olur, anneannem de dilini burnunun ucuna değdirerek, adeta makineden dökülmüş gibi hep aynı boyda minik minik dolmaları tencereye sıralardı. Arada kardeşim ve ben çaktırmadığımızı sanarak tencereden bir dolma aşırırdık, anında elimize bir şamar iner, “Sardığımı yimen, hem çiğ yimen kurt yapar” diye azarlanırdık.
En az bir saat süren sarma seansı, sonunda bittiğinde anneannem ellerinden sızan yağlı suları akıtmamaya çalışarak, belini tuta tuta doğrulur, “Öldüm anam” nidalarıyla banyonun yolunu tutardı. Yemek mis kokular salarak tencerede tıkırdarken sofra hazırlanır, anneannemin sevdiği gibi "bol samırsaklı" yoğurt ezilir ve yine onun "yenmeyecek olsa icat edilmezdi" olarak nitelediği öğünlerden biri için masa başında toplaşılırdı.
Anneannem gideli çok oldu, hatta annem bile yok artık. Bir büyüğün sarıp da önümüze koyduğu sarmalar da onlarla birlikte gideli beri yemeklerde anne tadı bulamıyorum, en lezzetlisini yesem de. Büyümek böyle birşey galiba.
Yine de siz anneannemi izlemeye devam edin, gerisi gelecek...

6 yorum:

  1. Blogunuzu okumak beni mutlu ediyor.Konu seçiminiz ve gizli mizahi yaklaşımınız çok hoş.İyi ki varsınız :)
    Eskilerin hali başkaydı değil mi? Bize ne çok şey öğretip gitmişler meğer..Sevgilerimle Zehr@

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Zehra,
    güzel düşünceleriniz için çok teşekkürler. gerçekten insan yaşı ilerledikçe eskiye daha bir özlem duymaya başlıyor. yaşarken keşke kıymetlerini daha çok bilebilseymişiz ama hayat böyle işte. sevgiyle kalın...
    Nurşen

    YanıtlaSil
  3. çok hoş bir yazı bencede :) keşke demeseydik keşke şu hayatta... artık çok geç olmasaydı... Bu arada Funda hocayı öpüyorum saolsun:))

    YanıtlaSil
  4. Sağol zuzu:) Daha çok gençsin, dilerim keşke diyecek birşey yaşamazsın, sevgiler...

    YanıtlaSil
  5. merak ettim sadece anneannenizin mekik yüzüğüne ne oldu? kim de? :)

    YanıtlaSil
  6. Ah Şeniz, sen söyleyince düşündüm, sahi kimde? Muhtemelen anneme geçmiştir, ama o öldükten sonra da rastlamadık, yengelerden birinde olsa gerek:))

    YanıtlaSil