Şubat ayının son haftası Twitter'de "Mermer zemine düşen gözlüğü 9 saniyede bulabilir misiniz?" fotoğraf üstü sorusunun zırt pırt karşıma çıkması ile geçti. İlk seferde 9 olmasa da az zamlı olarak bulmuştum ama övünerek söylüyorum ki sonrakilerde saniye sektirmedim 😂 Hay mermer zemininize de, gözlüğünüze de. "Şaşı bak şaşır" zamanları ne güzelmiş, en azından her sefer başka bir görüntüye şaşırırdık. Sosyal medya iyice çığırından çıktı, millet paylaşım altı meydan savaşı veriyor. Geçen ünlü bir eski gazeteci kadının Instagram fotosunun altında takipçiler birbirine girdi. "İkinci ayak parmağı ne kadar uzun" dedi biri, öteki "Sana ne" diye çemkirdi. Bir diğeri "Benimki de uzun" diye daldı konuya, alta yanaşan "Şanslı olur, şanslı" dedi. Parmak bitti saça geçildi, kimi çamur attı, kimi müdafaa etti, kimi "çirkinsiniz" dedi, kimi bunu diyene sataştı. Hesap sahibinin umurunda olmayan şeyler için neredeyse saçsaça, başbaşa kavga edeceklerdi. Yahu her fırsatta m.k atmaya çalıştığınız birini niye takip ediyorsunuz, hesap onun, istediğini paylaşır, zorunuza gidiyorsa mecbur musunuz?
Neyse dönelim gerçek hayata, güdük Şubat epeyce dolu geçti. Doğmalara doyamadığımız artçı doğum günü kutlamaları, arkadaş buluşmaları, park piknikleri, konser, bale, tiyatro izlemeleri, sergiler, evde izlenen filmler, okunan kitaplar, dinlenen kitaplar, dostlarla yemekler, kahveler, yağmurlar, fırtınalar, su baskınları derken bitmek bilmez Mart'a ulaştık. Bakalım kapıdan baktırıp kazma kürek yaktıracak mı, yoksa madem başladık bahar havasıyla devam edelim mi diyecek, yaşayıp göreceğiz.
Malum Oscar töreni bu ay içinde, gedikli davetli olarak dersime çalışmam lazımdı, Ocak içinde başladığım aday filmleri Şubat'ta izleyip bitirdim. Umarım çalışmadığım yerden soru çıkmaz:
İzlediğim 13 filmin 8 tanesi şu ya da bu şekilde Oscar adayı gördüğünüz gibi. Uluslararası daldaki 4 film içinde "Das Lehrzimmer" ile "Perfect Days" favorim. Lanthimos'un merakla beklediğim filmi "Poor Things"i izlemek de son güne kısmet oldu. Beğendim mi, evet, abuk mu, tabii ki, zaten adamın tarzı bu. Oyunculuklar ve görüntüler nefis ama bir "Köpek Dişi" değil tabii ki. Favorim hala "Past Lives". Akademinin favorisi "Oppenheimer"den ise çok sıkıldım. "Barbie"yı geçelim, "Rustin" de Oscar adayı olmak anlamında alakasız geldi. "The Zone Of Interest" asabımı fena bozdu, yanıbaşlarında yakılan Yahudilerin dumanları göğe savrulurken lüks villalarında sefa süren soğuk nevale sevimsiz Hess çiftinin ağızlarına terlikle vurmak istedim. Hazmı güç bir filmdi kısacası. Diğer fimlerden "Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri" Sinematek ve Onat Kutlar belgeseli idi. "LCV" tek mekanda geçen, düğün öncesi gelin-damat ve sağdıç arasındaki hesaplaşmaları konu alan ve ters köşe yapan bir filmdi, sevdim. "Kar ve Ayı" için meraktaydım, izlediğime değdi. Bir orman yangını esnasında gelişen olayları konu alan "Afire" ise bir çok Oscar adayından daha iyiydi. İntihara meyilli bir genç, kardeşi ve annesinin ana rollerde olduğu depresif bir film olan "Safe Place" ise gerçek bir olaya dayanıyordu.
Bu ay ana akım medyada takip ettiğim üç dizi (Kızılcık Şerbeti, Yargı ve Bahar) dışında farklı platformlardan üç dizi daha izledim. "Obsession" "Yara" isimli kitaptan uyarlanmış hayli trajik bir mini diziydi. Prime'da izlediğim diğer ikisinden "Alice Hart'ın Kayıp Çiçekleri" anne babasını bir yangında kaybeden Alice'in babaannesinin aynı zamanda bir nevi sığınma evi görevi üstlenen çiçek çiftliğindeki büyüme sürecinde yaşadıklarını konu alıyordu, biraz sertti ama ben sevdim. Sigourney Weaver'in estetiksiz, doğal yaşlanmış hali de hoşuma gitti, hele ki "Expats"da Nicole Kidman'ın ölü donukluğundaki yüzünü görünce. Dizi görev gereği Hongkong'da yaşayan ve kayıp küçük oğullarının peşine düşen bir aileyi anlatıyordu.
Ayın sanatsal etkinlikleri ise "Giselle" balesi, "Misafir" isimli tiyatro oyunu, kadın sanatçılardan oluşan "Venera Ensemble" isimli oda müziği topluluğunun konseri ve Devrim Erbil ile çocuklarının eserlerinin yer aldığı "Buluşma" isimli sergi oldu.
Kitaplara gelirsek, masaüstü bilgisayarım halen arızalı, laptopun Q klavyesi beni çok zorluyor, o yüzden uzun uzun açıklama yazamayacağım, yorumlara cevabı da bu nedenle aksatıyorum, kusuruma bakmayınız.
Şubat ayında kırmızı kapaklı kitaplar konsepti yaptım, böylesi daha eğlenceli oluyor :) Biri dışında hepsi yeni yayındı zaten, kırmızılar bitince da alttaki ikisi dahil oldu okumalarıma. "Almanca Dersi" bu ayın en beğendiğim kitabı oldu, okuyunuz. "Şilili Şair" ardından geldi, onu da çok sevdim. "Direnişin Melankolisi" iyi edebiyattı ama bazıları bir sayfa süren uzun cümleleriyle biraz zorladı. "Mermer Yalıyar"ı okumasanız da olur. "Sakin Adamın On Günü" serinin dördüncü kitabı, ilk üçü kadar sevmesem de seriyi takip ediyorsanız bunu da okuyun derim. "Beyhan Saran"ın yaşam öyküsünü konu alan nehir söyleşi ise oyuncuyu sevenleri memnun edecek.
Kırmızı olmayan ilk kitap orijinal ismine ve yazarın çok sevdiğim ilk kitabına güvenerek aldığım "Cennetteki İlk Günüm Bir Tık Daha İyi Olabilirdi" benim için hayal kırıklığı oldu. "Unutulmazlar" ise Fabien Toulme'nin çizgileriyle her daim gideri olan bir grafik roman.
Dinlediklerime gelirsek:
Tolga Korkut'un seslendirdiği "47 Numaralı Kamara" ile Hikmet Hükümenoğlu külliyatını tamamladım ve diğer kitaplarına kıyasla zayıf buldum. Emre Melemez'in seslendirmesine güvenerek açtığım polisiye "Karınca Karambolü" de tat vermedi. "Ara Nağme" Fuat Sevimay'ın öykü kitabıydı, romanlarını tercih ederim. "Papazın Kızı"nı Deniz Yüce Başarır seslendirmişti, bu ay dinlediğim en iyi kitaptı. Fikret Adil kıymeti pek bilinmeyen ama bir devri çok iyi anlatan bir yazar, "İntermezzo"yu sevdim. Ve son olarak canım Tanpınar. "Aydaki Kadın" bitiremeden öldüğü son kitabı, konusundan ziyade betimlemeleri ve incelikli detaylarıyla kalbimi çaldı.
Ve tüm bunların üstüne kahve iyi gider değil mi?
Mart güzelliklerle gelsin...