Az evvel mutfaktan geldim. Ortalığı ocakta akşam için pişen ayva tatlısının tarçınlı, karanfilli enfes kokusu sarmış. Derin derin içime çekiyorum ama kokunun beyin hücrelerimde uyandırdığı iz yılbaşından tamamen uzak, bana hatırlattığı tuğlalı Şakir Zümre sobaları, içinde yanıp korlaşan kok kömürleri ve sobanın altındaki çekmeceye sürülüp saatlerce pişmeye terkedilen ayvanın saldığı kokuyla dışarıdaki karlı havaya ya da ayaza inat oturma odalarında yarattığı gizemli sıcaklık. Yılbaşının kokusuysa mandalina ile özdeşleşmiş, hem de ince kabuklu, bol çekirdekli ama olağanüstü aromalı yerli mandalina. Yemesi avuca doldurulan yığınla çekirdekten dolayı bir eziyet olsa da kokusu o eziyete değer.
Her birinde 24 daire bulunan 4 bloktan oluşmuş bir sitede büyüdüm ben. Her blok kendi arasında bir komün hayatı yaşardı adeta. Anneler herkesin annesi, kardeşler hepimizin kardeşi, komşular aileden biri, evler kendi evimiz gibiydi. Yazın kapılar ardına kadar açık, kışın anahtarlar üstünde. Özel alanımı titizlikle korumaya gayret ettiğim şu yaşımda o tarz bir yaşam hoşuma gider miydi bilemiyorum ama çocukluğun şeffaf dünyasında pek keyifli bir deneyimdi. Hiç bir yılbaşını tek başımıza geçirdiğimizi hatırlamıyorum. Birkaç komşu birleşir, ortaya para koyar, alınacakları ortaklaşa alır, o gece yenenler yenir, artanlar kardeş payı dağıtılırdı. TV yoktu henüz hayatımızda, çam süslenmez, Noel Baba gelmez, hediye falan alınmazdı ama çok eğlenirdik. İstisnasız her yılbaşı yemek sonrası tombalaya geçildiğinde ortaya gelen meyvelerin içinde yukarıda sözünü ettiğim mandalina mutlaka olurdu. Kazanma heyecanıyla elleri mis kokutarak kabuklar soyulur, dilimler ağıza tıkıştırılır, çekirdeklerden bir kule oluşur, kabuklar parçalanıp çıkan sayıların üstünü kapatmakta kullanılırdı. Ev mandalina kokardı, mandalina mutluluk ve huzur. Babalar sofrada iki tek atar, babamın koro şefi olduğu geleneksel rakı şarkısı mutlaka söylenir (viva la, viva la, viva la amur/viva la amur/viva la amour/viva la kampaniiiii-sondaki i mutlaka uzun tutulmalı), kimse şarkının anlamını bilmese de söylemekten alınan haz sanki bilinçaltı dostluktan ve aşktan bahsettiğini sezer gibidir. Kahkahalar havada uçar, birinci çinko, ikinci çinko, tombala çığlıkları kahkahalara karışır, derken güzel sesli bir komşu bir şarkı tutturur, hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir, gönlümüzün kıyısına vururdu. Sonra Şefika abla tavşan kanından da koyu çayları dağıtır, sigaralar yakılır, efkarlar dumanda boğulurdu. Tüm apartmanın anası Müyesser teyze tombalayı kazananı "dondurma alacan mı bana?" diye sıkıştırırken saat 12'yi vururdu. İnsanlar umutlu, insanlar mutlu, insanlar hoşgörülü idi, güzel günlerdi, tasasız günler. Keşke geri gelse demiyorum ama keşke hala aynı umutları, aynı hoşgörüyü muhafaza edebilseydik.
Ne diyeyim, yine fakirin ekmeğine sarılacağız, 2016 duyar belki umutlu sesimizi. Hepinize sağlık, ülkeye ve dünyaya huzur ve barış diliyorum...