.

.
.

6 Ağustos 2016 Cumartesi

AYNA AYNA SÖYLE BANA


Devamlı takipçilerimin malumudur, annemin ölümünden bu yana yazlarımı Ankara'da, boş duran babaevimde geçiriyorum. Derdim sıcaklardan kaçmak ve burada yaşayan sevdiklerimle daha sık birarada olmak, yoksa benim için her daim "home home sweet home". İlkgençliğim bu evde geçti, evlendikten sonra şehir dışına taşındım ama evle bağlantım tatiller, izinler, düğün-bayram, hastalık-ölüm gibi nedenlerle hiç kopmadı. Yıllar içerisinde ev benim ilkgençliğimi geçirdiğim ev olmaktan çıktı; mobilyalar defalarca yenilendi, perdeler değişti, mutfak ve banyo tadilata girdi, kış günlerinin hem sıcak dostu hem azabı olan emektar Şakir Zümre soba yerini mağrur duruşlu kat kaloriferine terkedip arka bahçedeki kömürlükte müebbet hapse mahkum oldu. Evin duvarları bile modaya uydu, annemin babamı aklına geldikçe sıkıştırıp boyattığı plastik badanadan alçılı sıvaya terfi etti. Pembe iç duvarlı küçük, şirin buzdolabımız, bizden çok komşulara hizmet etmekten laçka olan elektrikli fırınımız, yıllar sonra evimizde izleme mutluluğunu bize bahşeden Telefunken marka, üzeri dantel örtülü TV'miz, çamaşır günlerini azaba çeviren merdaneli çamaşır makinemiz, annemin kavuşmayı sabırla beklediği küçük bir robota benzeyen elektrikli süpürgemiz, Siera marka, siyah-beyaz zarif radyomuz ben gurbet ellerdeyken çoğuna veda bile edemeden elektrikli aletler mezarlığını boyladı. Her ziyaretimde yeni bir mobilya, yeni bir beyaz eşya ile tanıştırıldım, ev giderek benim bildiğim yuva değil, bir nevi pansiyona dönüştü. Yıllar öncesini anıştıran artık kapakları çatlamaya başlamış formika bir gömme dolap ve bu eve taşınırken alınan yemek odası takımının konsolu kaldı. 

Havalar çok sıcak gidince her zaman yattığım batıya bakan odadan nisbeten serin olan yan taraftaki küçük odaya taşındım. Orası eskiden benim odamdı, evlenip evden ayrılınca annemlerin yatak odasına dönüşmüştü, şimdilerde ise bir nevi konuk odası olarak kullanılmakta. Yıllarca iki odalı bir evde salondaki somyaya her akşam serdiği yatakta yatmak zorunda kalan, ders çalışmak için soğuk odalarda mücadele veren biri olarak sonunda kendime ait bir odaya kavuştuğum için Virginia Wolf'dan bile daha mutlu idim. Gönlümce döşediğim oda evden ayrılana kadar benim sığınağım oldu ve çok sevdim. Dün sabah o yıllarından eser kalmamış görüntüsüne uyandığımda yatağın bitişik olduğu radyatörün üstündeki ayna dikkatimi çekti. Daha doğrusu radyatörün üstüne yerleştirilmiş mermerin kırık noktasına bakarken gördüm onu. Tam da oraya rastgele-muhtemelen toz alırken, üstelik tarafımdan-konulmuştu. Gündelik hayatın hayhuyu içerisinde elime aldığımın ne olduğunu bile farketmemişim demek ki. Ayna benim ilkgençliğimin aynasıydı. O odanın içinde, benden kalan yegane şeydi. Tepesine çift başlı bir kartal motifi yerleştirilmiş-sanırsın Selçuklu saray kapısı-alt kısmında birbirine küs gibi duran iki tavuskuşunun kasıntılık yaptığı kararmaya yüz tutmuş üzüm salkımlı pirinç çerçevesi, yılların tozunun temizlemeye imkan bırakmayacak şekilde dokuyla kaynaştığı istiridye biçimi ayaklığı ve lekelenmiş aynasıyla moda olduğu zamanlara aklı erenlerin hemen hatırlıyacağı bilindik bir obje. Elime aldım, yüzüme baktım. Aynaya yılların kondurduğu beneklerle yüzüme yılların kondurduğu çizgiler birbirine karıştı. O mu daha çok yaşlanmış, ben mi fazla kurcalamadım, koydum kırık mermerin üstüne, kafamı yastığa, kafamın içini de yıllar öncesine bıraktım.

Babam getirmişti aynayı. Babam zaten eve birşeyler almaya bayılırdı, annemse aldıklarını fuzuli masraf olarak niteleyip söylenir, üstelik kullanmaz bir yere kaldırırdı. Adamcağız hevesle aldığı tabakları, bardakları, süs eşyalarını ortada görmeyince dertlenir, konu komşuya "ben alıyorum, hanım en gizli köşeye saklıyor" diye şikayetlenirdi. Öyle ki artık onu elinde paketle gören mahalle esnafı, komşular "oo yine sandığın dibine konacak bir şey almışsın" diye dalga geçerdi. Bu defa öyle olmadı ama, aynaya ihtiyacım vardı, daha büyük ve daha sade bir şey arzulasam da bununla yetinmeyi bilmiş ve hemen tuvalet masama yerleştirmiştim. Tuvalet masam dediysem aklınıza gerçek anlamda bir tuvalet masası gelmesin. Her nasılsa eve taşındığımızda bulduğumuz, tahtadan çakılmış, üç ayaklı, üçgen tablalı masamsı bir şeydi. Babam üzerinde biraz oynayıp sağlamlaştırmış ben de üstüne perdelerimle takım, kahverengi üstüne sarı ayçiçeği desenleri olan bir kumaştan örtü dikmiştim, pek de sevimli olmuştu. Eve taşındığımız ay üniversiteye başladığım aydı aynı zamanda. Üç yılımı en ufak bir toleransı olmayan öğretmenlerin elinde, katı disipliniyle manastırı andıran bir kız lisesinde geçirdikten sonra üniversite hayatı özgür yaşamın başlangıcıydı benim için. Her sabah erkenden kalkar, aynamın karşısında acemice makyajımı yapıp giyinir ve hevesle okula koşardım. Haydi madem "itiraf.com" tadındayız, şunu da söyleyim, merdivenlerden çıkarken her seferinde kafamı kaldırıp okulun adının yazdığı tabelaya bakarak sevinirdim. Şimdi buradan bakınca ne kadar çocuk, ne kadar naif olduğumun farkına varıyor ve kendime gülüyorum. Üstelik o okulda yaşayacağımız kötü günlerin henüz farkında bile değildim. Ankara baharlarının mis kokusunu bir müjde gibi havaya saldığı zamanlardı en sevdiğim, aynayı beni beklemesi için evde bırakıp çıkar, bahçe duvarlarından leylak çiçeklerinin sarktığı sokaklarda adeta uçarak yürürdüm. Kaldırımlar daha taze, binalar daha yeni, konu-komşu, dükkan sahipleri daha gençti, ben daha umutlu. Gencecik yaşında kalp krizine yenik düşen matbaacı henüz ölmemişti, dükkan camından kaçamak bakışlar atardı geçerken. Şimdi önünden her geçişimde ayağa kalkıp asker selamı veren ihtiyar bakkal o zamanlar benim bu zamanki yaşımdan daha genç ve daha pisti. Dükkan sinekli bakkaldan beterdi, karısı kendinden beter. Zorunlu kalmazsak sakız bile almazdık, bizim bakkal evimizin altında idi, öfkelenince yüzü doğal rengi olan kırmızıdan bordoya dönen Ahmet bakkal. Çok kızdırdık mı, "Zıkım yin!" diye kovardı bizi dükkandan ama hiç aldırmazdık, komşumuzdu ve severdi bizi. Artık yok, bakkal kapandı, kendi nerelerde kimbilir? İki dükkan sonra ayakkabı tamircisi Barış vardı, kel kafalı bir Tatar. Adı da Barış değildi zaten, dükkanın tabelasında afili bir yazıyla "Kunduracı Barış" yazardı, kimse adını bilmezdi, herkes için Barış'tı. Artık o da yok, bina yıkıldı, yerine yapılanın alt katı modern zamanların gereği "Rant A Car" oldu. TV tamircisi, kuruyemişçi ve camcı, hepsi mazinin karanlığında kayboldular. Nişan ve düğün fotoğraflarımı çeken stüdyo el değiştirdi, sıradanlaştı. Vitrini hepsi birbirinin aynı, garip pozlar vermiş gelin-damatların devasa posterleriyle dolu, yıllardır aynı yerde hiç değişmeden yaşlanıyorlar. Akasyalar büyüdü, apartmanların boyunu aştı, her yaz başı inatla çiçek açıp her yaz sonu o çiçekleri caddeye, kaldırımlara, evlerin açık balkon kapılarından içeriye savuruyorlar. Hala çok yağmur yağdı mı caddeden seller akıyor, her seferinde komşu Eray ablanın karşıdan karşıya geçmek için taksi tuttuğu geliyor aklıma, gülüyorum. Hayat inatla sürüyor, biz farkına varmadan değişiyoruz.

"Ayna ayna söyle bana, var mı benden şaşkın şu dünyada?"

10 yorum:

  1. Ellerine sağlık canım. Nostalji rüzgarlarına kapılıp su gibi yazmışsın. Çok güzeldi.

    YanıtlaSil
  2. Ne güzel yazmışsınız Nurşen hanım.İlaç gibi geldi bana.Kaleminize, kalbinize ve ruhunuza sağlık.

    YanıtlaSil
  3. biz buyuduk ve cok kirlendi dunya..
    kalemine saglik bir an yetmislerin seksenleri sade ruzgarini estirdin buralarda.. ataletin.. oper.. gider..

    YanıtlaSil
  4. sizin bu nostaljik yazılarınızı çok seviyorum :)

    YanıtlaSil
  5. kitap gibi yazı... <3 <3 <3 biraz hüzünlü, hayat gibi.

    YanıtlaSil
  6. Böyle yazıları çok seviyorum.Bu arada Eray Abla'nın taksi hikayesini de çok merak ettim :)

    YanıtlaSil
  7. doğduğum büyüdüğüm ev maalesef yıkılıp yerine apartman dikildi. ama hala rüyalarıma aynı ihtişamı ile girer.. en çok da bahçesini özlüyorum...

    YanıtlaSil
  8. Çok sevdim bu yazıyı, iyi ki ayna ile bakışmışsınız :)

    YanıtlaSil
  9. Ayna, tam ayna ayna söyle bana dedirtecek stilde. Evinizin değişen eşyaları arasında sihirli bir şekilde size geçmiş güzel anıları yad ettirecek ve bize de okuma keyfi yaşatacak göreve nail olmuş.
    Kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
  10. İyi ki kadim ayna, baki kalmış! iyi ki gözüne takılmış, ne hoş seni, anılar rüzgarına savurmuş..Harika bir anı yazısı olmuş. Geçmişi yad ederken, aranızdan ayrılan sevgili büyüklerine 'ışıklar içinde uysunlar' diyorum. Yazını, keyifle okudum Leylak dalım.. Kalemine, yüreğine sağlık..

    YanıtlaSil